Arama Sonuçları
Boş arama ile 60 sonuç bulundu
- KREDİ KARTININ ÇALINMASI VE HAKSIZ KULLANILMASI NEDENİYLE BANKANIN TAZMİNAT SORUMLULUĞU VARDIR.
T.C. YARGITAY 19. HUKUK DAİRESİ E. 2016/6536 K. 2017/864 T. 7.2.2017 KREDİ KARTININ ÇALINMASI VE HAKSIZ KULLANILMASI NEDENİYLE TAZMİNAT ( Kişisel Bilgilerin Kötü Niyetli Üçüncü Kişi Tarafından Ele Geçirilerek İnternet Üzerinden Yapılan Harcamaya Onay Veren Bankanın Sorumluluğunun Gerektiği - Bankanın Uzun Süredir Kullanılmayan Kredi Kartından Peş Peşe Gerçekleştirilen Harcamaların Kart Hesabından Ödenmesine Onay Vermesinin Sorumluluğunu Gerektirmesi/Bankanın Kart Hamilinin Zararın Oluşmasında Şifre veya Korunması Gereken Bilgileri Özenle Korumadığına Dair Delil İbraz Etmediği/Bankanın Kart Hamilinin İnternet Bankacılığı Kullandığına Dair Delil Sunmadığı ) BANKANIN SORUMLULUĞU ( Kötü Niyetli Üçüncü Kişiler Tarafından Ele Geçirilen Kredi Kartı İle Yapılan Harcamalardan Bankanın Sorumlu Olduğu - Uzun Süredir Kullanılmayan Kredi Kartından Peş Peşe Gerçekleştirilen Harcamaların Kart Hesabından Ödenmesine Onay Veren Bankanın Zarardan Sorumlu Olması Gerektiği/Kart Hamilinin Zararın Oluşmasında Şifre veya Korunması Gereken Bilgileri Özenle Korumadığına Dair Delil İbraz Etmeyen Bankanın Sorumluluğu ) 5464/m. 12 6098/m. 49 4389/m. 10/4 ÖZET : Dava, kötü niyetli üçüncü kişiler tarafından ele geçirilen kredi kartı ile yapılan harcamalardan bankanın sorumlu olduğu gerekçesiyle kart sahibi tarafından yapılan ödemenin davalı bankadan tahsili istemlidir. Davacının kredi kartı kişisel bilgileri, bilgisi dışında kötü niyetli üçüncü kişi tarafından ele geçirilmiş olup, bu bilgiler kullanılarak internet üzerinden harcama yapılmıştır. Davalı banka uzun süredir kullanılmayan kredi kartından peş peşe gerçekleştirilen harcamaların kart hesabından ödenmesine onay vermiştir. Yapılan harcamalar neticesinde kredi kartı hesap ekstresi borcu, davalı banka tarafından davacıdan tahsil edilmiştir. Hüküm vermeye elverişli bilirkişi raporunda, bankanın davacının zararın oluşmasında şifre veya korunması gereken bilgileri özenle korumadığına dair bir delil ibraz etmediği, davacının internet bankacılığı kullandığına dair delil sunmadığı ve kredi kartının çok uzun süredir kullanılmıyor olması sebebiyle bankanın sorumlu olduğu tespit edilmiştir. DAVA : Taraflar arasındaki tazminat davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın kabulüne yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü: KARAR : Davacı vekili, müvekkilinin davalı banka tarafından 20540349 müşteri, 1108 6976 hesap numaralı hesaba istinaden çıkartılan 5526 0911 3010 1176 numaralı kartın hamili olduğunu, bu kartın müvekkili şirket ortakları tarafından kullanıldığını, müvekkili şirket tarafından uzun süredir kullanılmadığını, banka yetkililerince kredi kartı borcunun süresi geçmiş olmasına karşın yatırılmadığını, borcun kısa süre içerisinde yatırılmaması halinde ise takibe düşüleceği ihtarında bulunulduğunu, kredi kartı ile, hangi ticari faaliyetle meşgul olduğu bilinmeyen iş yerinden 8 parça halinde aynı gün içerisinde 20.000,00-TL tutarında harcama yapıldığını, yapılan harcamaların müvekkili şirket ya da ortakları tarafından yapılmış harcamalar olmadığını, davalı bankaya 04/09/2014 tarihli dilekçeyle ihtirazi kayıt içerir itiraz ile birlikte 22/08/2014 tarihinde son ödeme tarihli hesap ekstresinde gösterilen tutarın tamamının ödendiğini, davalı banka tarafından 23/09/2014 son ödeme tarihli yeni bir hesap ekstresi tanzim edilerek bir önceki dönem faizi olarak 256,78-TL para daha istendiğini, bu parayı da yatırdıklarını, davalı bankanın müvekkilinin 04/09/2014 tarihli itiraz dilekçesine 10/09/2014 tarihinde yanıt verdiğini, tek kullanımlık şifre ile alışveriş yapıldığının bildirildiğini, müvekkilinin hiçbir zaman tek kullanımlık şifre ile herhangi bir işlem gerçekleştirmediğini, yapılan alışverişin belge düzenlenmeksizin yapılan işlemlerden olduğunu, müvekkili şirket zararına kartın üçüncü kişiler tarafından hukuka aykırı şekilde kullanılmasına davalı bankanın sebebiyet verdiğini iddia ederek, davacı şirketin ödemek zorunda kaldığı 20.255,64-TL paranın ödeme tarihinden itibaren işleyecek ticari faizi ile birlikte davalıdan alınarak müvekkiline verilmesini talep ve dava etmiştir. Davalı vekili, davacının itiraz ettiği işlemlerde internet üzerinden dava dışı firmadan harcamalar yapıldığını ,bu işlemlerde 3 D secure güvenli şifre kullanıldığını, bu sebeple Uluslararası Kart Kabul Kuralları çerçevesinde işlemlerden kart hamilinin sorumlu olduğunu, davacının itiraz konusu işlemleri kendisi yapmamış ise bilgilerinin korumamak ile ağır ihmalinden sorumlu olduğunu savunarak davanın reddini istemiştir. Mahkemece, davacının kredi kartı kişisel bilgilerinin bilgisi dışında kötü niyetli üçüncü kişi tarafından ele geçirildiği, bu bilgiler kullanılarak internet üzerinden harcama yapıldığı, davalı banka'nın peş peşe 8 işlemle gerçekleştirilen bu harcamaların kredi kartı hesabından ödenmesine onay verdiği, bilahare yapılan harcamaların kredi kartı hesap ekstresi borcu olarak davacıdan tahsil edildiği, bilirkişi raporunda, bankanın, davacının zararın oluşmasında şifre veya korunması gereken bilgileri özenle korumadığına dair bir delil ibraz etmediği gibi,davacının internet bankacılığı kullandığına dair delil sunmadığı ve kredi kartının çok uzun süredir kullanılmıyor olması sebebiyle bankanın sorumlu olduğunun belirtildiği ,raporun hüküm vermeye elverişli olduğu gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiş, hüküm davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir. SONUÇ : Dosyadaki yazılara kararın dayandığı delillerle gerektirici sebeplere, delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre, davalı vekilinin yerinde görülmeyen bütün temyiz itirazlarının reddiyle usul ve kanuna uygun bulunan hükmün ONANMASINA, aşağıda yazılı onama harcının temyiz edenden alınmasına, 07.02.2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
- ''Ameliyat sırasında batın içinde gazlı bez parçası unutulması, taksirle yaralama suçu''
12. Ceza Dairesi 2015/5129 E. , 2015/9547 K. "İçtihat Metni" Mahkemesi : Sulh Ceza Mahkemesi Suç : Görevi ihmal Görevi ihmal suçundan sanıkların mahkumiyetilerine ilişkin hükümler, sanıklar .... müdafileri, sanık ...., katılan vekili tarafından temyiz edilmekle dosya incelenerek gereği düşünüldü: 1-Sanık ...'in mahkumiyetine ilişkin hükmün incelenmesinde: Tüm dosya kapsamından şikayetçinin zararının ödendiğine ilişkin bilgi ve belge bulunmadığı anlaşılmakla, CMK'nın 231. maddesinin uygulanmasına yer olmadığına ilişkin kararda usul ve yasaya aykırılık bulunmadığından tebliğnamedeki bozma düşüncesine iştirak edilmemiştir. Yapılan yargılamaya, toplanıp karar yerinde gösterilen delillere, mahkemenin kovuşturma sonuçlarına uygun olarak oluşan kanaat ve takdirine, incelenen dosya kapsamına göre, sanığın eksik incelemeye, katılan vekilinin TCK'nın 53. maddesinin uygulanması gerektiğine ilişkin temyiz itirazlarının reddiyle, hükmün isteme aykırı olarak ONANMASINA, 3-Sanıklar ... ve ....'un mahkumiyetlerine ilişkin hükme yönelik temyiz itirazlarının incelenmesinde: 09.07.2006 tarihinde sanık... tarafından yapılan muayenede akut apandisit tanısı konulmasını müteakiben aynı gün katılan ....'a sanıkların katılımıyla operasyon yapılıp, operasyon sırasında batın içinde gazlı bez parçası unutulması sebebiyle katılanın karın ağrısı ve kusma şikayetlerinin devam etmesi üzerine başvurduğu ... Üniversitesi...Fakültesinde, batında yabancı cisim bulunması teşhisiyle 31.10.2006 tarihinde yapılan operasyonla bağırsaklarının bir kısımının alınmasına neden olmaları şeklinde gerçekleşen olayda, eylemin taksirle yaralama suçunu oluşturduğu, hukuki durumlarının buna göre takdir ve tayini gerektiği gözetilmeden, suç vasfında yanılgıya düşülerek yazılı şekilde hüküm tesisi, Kanuna aykırı olup, sanıklar.... ve .... müdafileri ile katılan vekilinin temyiz itirazları bu nedenle yerinde görüldüğünden hükmün 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi gereğince halen uygulanmakta olan 1412 sayılı CMUK'un 321. maddesi uyarınca, isteme uygun olarak BOZULMASINA, 02.06.2015 tarihinde oybirliği ile karar verildi.
- ''Ameliyat sonrası burunda gazlı bez bırakılması, doktorun taksirle yaralama suçundan sorumluluğu''
5. Ceza Dairesi 2013/14263 E. , 2015/16814 K. "İçtihat Metni" Tebliğname No : 4 - 2011/407053 MAHKEMESİ : Eskişehir (Kapatılan) 2. Sulh Ceza Mahkemesi TARİHİ : 04/10/2011 NUMARASI : 2009/512 Esas, 2011/716 Karar SUÇ : İhmali davranışla görevi kötüye kullanma Mahalli mahkemece verilen hüküm temyiz edilmekle dosya incelenerek, gereği düşünüldü: 2797 sayılı Yargıtay Kanununun 6545 sayılı Kanunla değiştirilmeden önceki 14. maddesinde, "Daireler arasındaki işbölümünün belirlenmesinde dava açılan belgedeki nitelendirme esas alınır. Açıklama ile sevk maddelerinin uyumsuz olduğu durumlarda, açıklamaya itibar edilir." hükmü yer almaktadır. Ayrıca "tavsif"in ve buna bağlı olarak görevli dairenin neye göre belirleneceğine ilişkin Ceza Daireleri Başkanlar Kurulunun 15/07/2009 gün ve 2009/7-7, 15/07/2009 gün ve 2009/8-8, 25/12/2009 gün ve 2009/13-13 sayılı ve benzeri kararlarında da belirtildiği üzere, iddianamedeki anlatım ile sevk maddeleri arasında uyumsuzluk bulunması ve sevk maddelerinin yanılgı sonucu belirlenmesi durumunda görevli dairenin yanlış belirlenmiş sevk maddelerine göre değil, vasfı iddianame metninden açıkça saptanabilen suça göre belirlenmesi gerekmektedir. İddianame içeriğine göre özetle "ameliyat sonrası mağdurun burnunda bırakılan gazlı bez (tampon) parçalarının tıp fakültesinde temizlendiği, kulak burun boğaz ameliyatlarında, tampon (gazlı bez) kullanıldığı, bu tamponların en geç üç gün sonrasında çıkartılması gerektiği ve sonraki kontrolde operasyon yerinin kontrol edilmesi gerektiği, şüpheli Op. Dr. O.. Ö..'ın operasyon yerini temizlemeden üçüncü gün kontrolü yapmayarak ve tüm tamponları temizlemeyerek hastanın mağdur edilmesine neden olduğu" iddia edilmiş ve sevk maddesi olarak TCK'nın 257/2. maddesi gösterilmiş ise de niteleme ve anlatımın taksirle yaralama suçuna ait olduğu, Yargıtay Kanununun 14. maddesi ve yukarıda açıklanan Ceza Daireleri Başkanlar Kurulu kararlarında ortaya konan ilkeler doğrultusunda, tesis edilen hükmün incelemesini yapmakla görevli dairenin belirlenmesinde, yanlış gösterilen sevk maddelerinin değil vasfı iddianame metninde açıkça anlatılan taksirle yaralama suçunun dikkate alınması gerektiği ve tebliğname tarihi de gözetilerek temyiz inceleme görevinin 12. Ceza Dairesine ait olduğu anlaşıldığından Dairemizin GÖREVSİZLİĞİNE, dosyanın ilgili daireye gönderilmesine, 01/12/2015 tarihinde oybirliğiyle karar verildi. #taksirleyaralama #doktorunsorumluluğu #sağlıkhukuku #doktor #yaralama
- Diş hekiminin gerekli dikkat ve özeni göstermemesi...hastanın yaralanmasına sebebiyet vermesi...
4. Ceza Dairesi 2002/28399 E., 2003/11352 K. TAKSİRLE YARALAMA "İçtihat Metni" Yerel Mahkemece verilen hüküm temyiz edilmekle, başvurunun nitelik, ceza türü, süresi ve suç tarihine göre dosya görüşüldü: Temyiz isteğinin reddi nedenleri bulunmadığından işin esasına geçildi. Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini yansıtan tutanaklar belgeler ve gerekçe içeriğine göre yapılan incelemede başkaca nedenler yerinde görülmemiştir. Ancak; suç tarihinde ....... Devlet Hastanesi Diş Polikliniğinde Diş Tabibi olarak görevli bulunduğu bildirilen sanığın diş çektirmek için kendisine başvuran 1991 doğumlu mağdure Selen'in çekilmesi gereken sol üst çene IV-V nolu çürük dişleri yerine sağ üst çenesindeki IV-V Nolu sağlam dişleri çekmesi biçiminde oluşan eylemde Yüksek Sağlık Şurası'nın 25, 26 ekim 2001 tarihli raporunda da açıkça vurgulandığı gibi, hastasına gerekli dikkat ve itinayı göstermeyerek onun cismen eza görecek veya sıhhatini ihlal edecek derecede yaralanmasına sebebiyet vermiş bulunması karşısında TCY. 459. maddesinde yazılı suçun oluşacağı gözetilerek mevcut yaralanmanın mağdureyi kaç gün alışılmış uğraşısından alıkoyacağı hususunda uzman hekim ve sanığın kusur oranı yönünden bilirkişi raporu alındıktan sonra neticesine göre hüküm kurulması yerine görevi savsama suçundan hüküm kurulması, Yasaya aykırı ve katılan Kazım ve Sevinç'in temyiz nedenleri yerinde görüldüğünden tebliğnamedeki onama düşüncesinin reddiyle (HÜKMÜN BOZULMASINA), yargılamanın bozma öncesi aşamadan başlayarak sürdürülüp sonuçlandırılmak üzere dosyanın esas hüküm mahkemesine gönderilmesine, 12.11.2003 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
- Hekim özenle davranma zorunda olup en hafif kusurundan bile sorumludur.
13. Hukuk Dairesi 2015/11729 E. , 2016/9861 K. MAHKEMESİ:Asliye Hukuk Mahkemesi Taraflar arasındaki maddi manevi tazminat davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın reddine yönelik olarak verilen hükmün davacı avukatınca duruşmalı olarak temyiz edilmesi üzerine ilgililere çağrı kağıdı gönderilmişti. Belli günde temyiz eden davacı vekili avukat ... geldi. Karşı taraftan gelen olmadığından onun yokluğunda duruşmaya başlanılmış ve hazır bulunan avukatların sözlü açıklamaları dinlenildikten sonra karar için başka güne bırakılmıştı. Bu kez temyiz dilekçesinin süresinde olduğu saptanarak dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü. KARAR Davacı, 16.09.2007 tarihinde düşerek kolunu kırması ile davalı şirketin işlettiği hastaneye tedavi amacıyla gittiğini, ortopedi doktorunun muayenesi sonucu kendisine iğne yapıldığını ve iğne yapılır yapılmaz o anda sağ ayak bileğinin düştüğünü, topallamaya başladığını, bacağında oluşan güç kaybı nedeni ile davalının sorumlu olduğunu ileri sürerek, fazlaya ilişkin hakkı saklı kalmak kaydıyla, 20.000TL manevi 10.000TL maddi tazminatın faizi ile davalıdan tahsiline karar verilmesini istemiştir. Davalı, davanın reddini dilemiştir. Mahkemece, davanın reddine dair 21.05.2012 tarihli kararının davacı tarafından temyizi üzerine, Dairemizce hüküm davacı yararına bozulmuş, mahkemece bozma ilamına uyularak yapılan yargılama sonunda, yine davanın reddine karar verilmiş; hüküm, yine davacı tarafından temyiz edilmiştir. 1-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle yasaya uygun gerektirici nedenlere ve özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre, temyiz eden davacının aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan sair temyiz itirazlarının reddi gerekir. 2-Dava, davacıya davalının işlettiği hastanede hatalı enjeksiyon yapılması nedeniyle oluşan hasar nedeniyle istenilen maddi-manevi tazminata ilişkindir. Taraflar arasındaki ilişki vekalet sözleşmesidir. Vekil, vekalet görevini yerine getirirken yöneldiği sonucun elde edilmemesinden sorumlu değil ise de, bu sonuca ulaşmak için gösterdiği çabanın, yaptığı işlemlerin, eylemlerin ve davranışlarının özenli olmayışından doğan zararlardan sorumludur. O nedenle, vekil konumunda olan doktorların bilim ve teknolojinin getirdiği bütün imkanları kullanmak suretiyle özen borcunu yerine getirmeleri gerekir. Vekil, hastanın zarar görmemesi için, mesleki tüm şartları yerine getirmek, hastanın durumunu tıbbi açıdan zamanında ve gecikmeksizin saptayıp, somut durumunun gerektirdiği önlemleri eksiksiz bir şekilde almak, uygun tedaviyi de yine gecikmeden belirleyip uygulamak zorundadır. Asgari düzeyde dahi olsa bir tereddüt doğuran durumlarda, bu tereddüdünü ortadan kaldıracak araştırmaları yapmak ve bu arada da koruyucu tedbirleri almakla yükümlüdür. Çeşitli tedavi yöntemleri arasında bir seçim yapılırken, hastanın ve hastalığın özellikleri göz önünde tutularak, onu risk altına sokacak tutum ve davranışlardan kaçınmak ve en emin yolu seçmek gerekir. Gerçekten de hasta mesleki bir iş gören vekilden, tedavinin bütün aşamalarında titiz bir ihtimam ve dikkat beklemek hakkına sahiptir. Gereken özen görevini göstermeyen vekil, TBK 510.md(Eski BK 394. md) hükmü uyarınca, vekaleti gereği gibi ifa etmemiş sayılmalıdır. Tıbbın gerek ve kurallarına uygun davranılmakla birlikte sonuç değişmemiş ise doktor sorumlu tutulmamalıdır. Diğer yandan, Biyotıp Sözleşmesinin 5. maddesinde “Rıza” konusu düzenlenmiş ve “Sağlık alanında herhangi bir müdahale, ilgili kişinin bu müdahaleye özgürce ve bilgilendirilmiş bir şekilde muvafakat etmesinden sonra yapılabilir. Bu kişiye, önceden, müdahalenin amacı ve niteliği ile sonuçları ve tehlikeleri hakkında uygun bilgiler verilecektir. İlgili kişi muvafakatını her zaman serbestçe geri alabilecektir.” düzenlemesiyle rızanın kapsamı belirlenmiş ve Dairemizin yerleşik uygulamalarına paralel düzenlemeler getirilmiştir. Salt yapılacak işleme rıza göstermek yeterli değildir. Ayrıca, komplikasyonların da izah edilmesi gerekmektedir. Ancak bu rızanın da az yukarıda vurgulandığı üzere aydınlatılmış rıza olması gerekir. Nitekim Hekim Etiği Yönetmeliği'nin 26. maddesinde düzenleme yapılmış ve "Hekim hastasını, hastanın sağlık durumu ve konulan tanı, önerilen tedavi yönteminin türü, başarı şansı ve süresi, tedavi yönteminin hastanın sağlığı için taşıdığı riskler, verilen ilaçların kullanılışı ve olası yan etkileri, hastanın önerilen tedaviyi kabul etmemesi durumunda hastalığın yaratacağı sonuçlar, olası tedavi seçenekleri ve riskleri konularında aydınlatır. Yapılacak aydınlatma hastanın kültürel, toplumsal ve ruhsal durumuna özen gösteren bir uygunlukta olmalıdır. Bilgiler hasta tarafından anlaşılabilecek biçimde verilmelidir. Hastanın dışında bilgilendirilecek kişileri, hasta kendisi belirler. Sağlıkla ilgili her türlü girişim, kişinin özgür ve aydınlatılmış onamı ile yapılabilir. Alınan onam, baskı, tehdit, eksik aydınlatma ya da kandırma yoluyla alındıysa geçersizdir. Acil durumlar ile, hastanın reşit olmaması veya bilincinin kapalı olduğu ya da karar veremeyeceği durumlarda yasal temsilcisinin izni alınır.” düzenlemesiyle aydınlatmanın ne şekilde yapılacağı açıklanmıştır. Aydınlatılmış onamda ise ispat külfeti hekim ya da hastanededir. Somut olayda, dosyaya kazandırılan adli tıp raporu ve üniversite öğretim üyelerinden oluşan bilirkişi heyetinden alınan raporda olayın komplikasyon sınırları içinde kaldığı belirtilerek davalının sorumlu olmadığı bildirilmiştir. Ayrıca bilirkişi raporunda, işlemi yapan doktorun işlemle ilgili hastasını bilgilendirmesinin tıbbi kurallara uygun olduğu da belirtilmesine karşın, az yukarıda belirtilen şekilde, davacının yapılan enjektör öncesi, enjektörün komplikasyonları konusunda bilgilendirildiğine ilişkin aydınlatılmış onam düzenlendiği davalı tarafça ispat edilememiştir. Vekil özenle davranma zorunda olup, en hafif kusurundan bile sorumludur. O nedenle davalı hastanenin meslek alanı içinde olan bütün kusurları, hafifte olsa sorumluluğun unsuru olarak kabul edilmelidir. O halde, mahkemece bu yön gözetilerek uygun miktarda manevi tazminat takdiri gerekirken, davanın tümden reddi usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirir. SONUÇ: (1) nolu bentte belirtilen nedenle kararı temyiz eden davacının sair itirazlarının reddine, 2- İkinci bentte açıklanan nedenle, temyiz edilen kararın davacı yararına BOZULMASINA, 1350,00 TL duruşma avukatlık parasının davalıdan alınarak davacıya ödenmesine, peşin alınan harcın istek halinde iadesine, HUMK’nun 440/1 maddesi uyarınca tebliğden itibaren 15 gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 07/04/2016 gününde oybirliğiyle karar verildi.
- Hatalı enjeksiyon yapılması nedeniyle oluşan hasar, maddi-manevi tazminat
13. Hukuk Dairesi 2015/11729 E. , 2016/9861 K. MAHKEMESİ:Asliye Hukuk Mahkemesi Taraflar arasındaki maddi manevi tazminat davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın reddine yönelik olarak verilen hükmün davacı avukatınca duruşmalı olarak temyiz edilmesi üzerine ilgililere çağrı kağıdı gönderilmişti. Belli günde temyiz eden davacı vekili avukat ... geldi. Karşı taraftan gelen olmadığından onun yokluğunda duruşmaya başlanılmış ve hazır bulunan avukatların sözlü açıklamaları dinlenildikten sonra karar için başka güne bırakılmıştı. Bu kez temyiz dilekçesinin süresinde olduğu saptanarak dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü. KARAR Davacı, 16.09.2007 tarihinde düşerek kolunu kırması ile davalı şirketin işlettiği hastaneye tedavi amacıyla gittiğini, ortopedi doktorunun muayenesi sonucu kendisine iğne yapıldığını ve iğne yapılır yapılmaz o anda sağ ayak bileğinin düştüğünü, topallamaya başladığını, bacağında oluşan güç kaybı nedeni ile davalının sorumlu olduğunu ileri sürerek, fazlaya ilişkin hakkı saklı kalmak kaydıyla, 20.000TL manevi 10.000TL maddi tazminatın faizi ile davalıdan tahsiline karar verilmesini istemiştir. Davalı, davanın reddini dilemiştir. Mahkemece, davanın reddine dair 21.05.2012 tarihli kararının davacı tarafından temyizi üzerine, Dairemizce hüküm davacı yararına bozulmuş, mahkemece bozma ilamına uyularak yapılan yargılama sonunda, yine davanın reddine karar verilmiş; hüküm, yine davacı tarafından temyiz edilmiştir. 1-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle yasaya uygun gerektirici nedenlere ve özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre, temyiz eden davacının aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan sair temyiz itirazlarının reddi gerekir. 2-Dava, davacıya davalının işlettiği hastanede hatalı enjeksiyon yapılması nedeniyle oluşan hasar nedeniyle istenilen maddi-manevi tazminata ilişkindir. Taraflar arasındaki ilişki vekalet sözleşmesidir. Vekil, vekalet görevini yerine getirirken yöneldiği sonucun elde edilmemesinden sorumlu değil ise de, bu sonuca ulaşmak için gösterdiği çabanın, yaptığı işlemlerin, eylemlerin ve davranışlarının özenli olmayışından doğan zararlardan sorumludur. O nedenle, vekil konumunda olan doktorların bilim ve teknolojinin getirdiği bütün imkanları kullanmak suretiyle özen borcunu yerine getirmeleri gerekir. Vekil, hastanın zarar görmemesi için, mesleki tüm şartları yerine getirmek, hastanın durumunu tıbbi açıdan zamanında ve gecikmeksizin saptayıp, somut durumunun gerektirdiği önlemleri eksiksiz bir şekilde almak, uygun tedaviyi de yine gecikmeden belirleyip uygulamak zorundadır. Asgari düzeyde dahi olsa bir tereddüt doğuran durumlarda, bu tereddüdünü ortadan kaldıracak araştırmaları yapmak ve bu arada da koruyucu tedbirleri almakla yükümlüdür. Çeşitli tedavi yöntemleri arasında bir seçim yapılırken, hastanın ve hastalığın özellikleri göz önünde tutularak, onu risk altına sokacak tutum ve davranışlardan kaçınmak ve en emin yolu seçmek gerekir. Gerçekten de hasta mesleki bir iş gören vekilden, tedavinin bütün aşamalarında titiz bir ihtimam ve dikkat beklemek hakkına sahiptir. Gereken özen görevini göstermeyen vekil, TBK 510.md(Eski BK 394. md) hükmü uyarınca, vekaleti gereği gibi ifa etmemiş sayılmalıdır. Tıbbın gerek ve kurallarına uygun davranılmakla birlikte sonuç değişmemiş ise doktor sorumlu tutulmamalıdır. Diğer yandan, Biyotıp Sözleşmesinin 5. maddesinde “Rıza” konusu düzenlenmiş ve “Sağlık alanında herhangi bir müdahale, ilgili kişinin bu müdahaleye özgürce ve bilgilendirilmiş bir şekilde muvafakat etmesinden sonra yapılabilir. Bu kişiye, önceden, müdahalenin amacı ve niteliği ile sonuçları ve tehlikeleri hakkında uygun bilgiler verilecektir. İlgili kişi muvafakatını her zaman serbestçe geri alabilecektir.” düzenlemesiyle rızanın kapsamı belirlenmiş ve Dairemizin yerleşik uygulamalarına paralel düzenlemeler getirilmiştir. Salt yapılacak işleme rıza göstermek yeterli değildir. Ayrıca, komplikasyonların da izah edilmesi gerekmektedir. Ancak bu rızanın da az yukarıda vurgulandığı üzere aydınlatılmış rıza olması gerekir. Nitekim Hekim Etiği Yönetmeliği'nin 26. maddesinde düzenleme yapılmış ve "Hekim hastasını, hastanın sağlık durumu ve konulan tanı, önerilen tedavi yönteminin türü, başarı şansı ve süresi, tedavi yönteminin hastanın sağlığı için taşıdığı riskler, verilen ilaçların kullanılışı ve olası yan etkileri, hastanın önerilen tedaviyi kabul etmemesi durumunda hastalığın yaratacağı sonuçlar, olası tedavi seçenekleri ve riskleri konularında aydınlatır. Yapılacak aydınlatma hastanın kültürel, toplumsal ve ruhsal durumuna özen gösteren bir uygunlukta olmalıdır. Bilgiler hasta tarafından anlaşılabilecek biçimde verilmelidir. Hastanın dışında bilgilendirilecek kişileri, hasta kendisi belirler. Sağlıkla ilgili her türlü girişim, kişinin özgür ve aydınlatılmış onamı ile yapılabilir. Alınan onam, baskı, tehdit, eksik aydınlatma ya da kandırma yoluyla alındıysa geçersizdir. Acil durumlar ile, hastanın reşit olmaması veya bilincinin kapalı olduğu ya da karar veremeyeceği durumlarda yasal temsilcisinin izni alınır.” düzenlemesiyle aydınlatmanın ne şekilde yapılacağı açıklanmıştır. Aydınlatılmış onamda ise ispat külfeti hekim ya da hastanededir. Somut olayda, dosyaya kazandırılan adli tıp raporu ve üniversite öğretim üyelerinden oluşan bilirkişi heyetinden alınan raporda olayın komplikasyon sınırları içinde kaldığı belirtilerek davalının sorumlu olmadığı bildirilmiştir. Ayrıca bilirkişi raporunda, işlemi yapan doktorun işlemle ilgili hastasını bilgilendirmesinin tıbbi kurallara uygun olduğu da belirtilmesine karşın, az yukarıda belirtilen şekilde, davacının yapılan enjektör öncesi, enjektörün komplikasyonları konusunda bilgilendirildiğine ilişkin aydınlatılmış onam düzenlendiği davalı tarafça ispat edilememiştir. Vekil özenle davranma zorunda olup, en hafif kusurundan bile sorumludur. O nedenle davalı hastanenin meslek alanı içinde olan bütün kusurları, hafifte olsa sorumluluğun unsuru olarak kabul edilmelidir. O halde, mahkemece bu yön gözetilerek uygun miktarda manevi tazminat takdiri gerekirken, davanın tümden reddi usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirir. SONUÇ: (1) nolu bentte belirtilen nedenle kararı temyiz eden davacının sair itirazlarının reddine, 2- İkinci bentte açıklanan nedenle, temyiz edilen kararın davacı yararına BOZULMASINA, 1350,00 TL duruşma avukatlık parasının davalıdan alınarak davacıya ödenmesine, peşin alınan harcın istek halinde iadesine, HUMK’nun 440/1 maddesi uyarınca tebliğden itibaren 15 gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 07/04/2016 gününde oybirliğiyle karar verildi.
- TÜKETİCİ KREDİSİNDEN KAYNAKLI BORÇ NEDENİYLE YAPILAN İCRA TAKİBİ, YILLIK TEMERRÜT FAİZİ ORANI
T.C. Yargıtay 13.Hukuk Dairesi Esas: 2013/21286 Karar: 2014/182 Karar Tarihi: 13.01.2014 İTİRAZIN İPTALİ DAVASI - TÜKETİCİ KREDİSİ VE TEMİNAT SÖZLEŞMESİNDEN KAYNAKLI BORÇ NEDENİYLE YAPILAN TAKİP - UYGULANACAK YILLIK TEMERRÜT FAİZİ ORANI - UZMAN TARAF VE YARGI DENETİMİNE AÇIK BİLİRKİŞİ RAPORU İLE ALACAK MİKTARININ BELİRLENEREK KARAR VERİLMESİ ÖZET: Davacı, tüketici kredisi ve teminat sözleşmesinden kaynaklı ödenmeyen borcu nedeni ile davalı hakkında yürütülen takibe yapılan itirazın iptali ile icra inkar tazminatı istemiştir. Mahkemece, hükmedilecek alacak miktarının temerrüt tarihinden itibaren yıllık %18 temerrüt faizi ile hesap edilecek şekilde konusunda uzman taraf ve yargı denetimine açık bilirkişi raporu ile belirlenerek davalıdan tahsiline karar verilmesi gerekirken alacak miktarının yıllık %46,80 temerrüt faizi uygulanmak sureti ile belirlenerek karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir. (6098 S. K. m. 88, 120) (3095 S. K. m. 1, 2) (6101 S. K. m. 2, 7) (YGHK 11.06.1997 T. 1997/11-278 E. 1997/529 K.) Dava: Taraflar arasındaki itirazın iptali davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın kabulüne yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde davalı avukatınca temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi gereği konuşulup düşünüldü. Karar: Davacı, tüketici kredisi ve teminat sözleşmesinden kaynaklı ödenmeyen borcu nedeni ile davalı hakkında yürütülen takibe yapılan itirazın iptali ile icra inkar tazminatı istemiştir. Davalı, takibe konu borcun tüketici kredisinden değil kredi kartı borcundan kaynaklandığını, uygulanan faiz oranının çok fahiş olduğunu belirterek davanın reddini dilemiştir. Mahkemece yapılan yargılama sonunda toplanan delillere göre; taraflar arasında tüketici kredisi ve teminat sözleşmesinden kaynaklanan borcun ödenmemesi nedeniyle davanın kabulüne, (M.) 1. icra Müdürlüğünün 2010/6093 Esas sayılı takip dosyasına yaptığı faiz oranına ilişkin itirazın uygulanan oranın yasa ve sözleşme hükümlerine aykırılık teşkil etmemesi nedeni ile iptaline, takibin faiz oranı yönünden de kaldığı yerden devamına, icra inkar tazminatı talebinin ise reddine, karar verilmiş hüküm davalı tarafından temyiz edilmiştir. 1-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle yasaya uygun gerektirici nedenlere ve özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre davalının aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan diğer temyiz itirazlarının reddi gerekir. 2-Davacı yanca talep edilen alacak miktarında sözleşmeye göre yıllık temerrüt faiz oranı %46,80 oranında hesap edilerek belirlenmiş ve mahkemece bu miktarlar üzerinden davanın kabulüne karar verilmiştir. Temerrüt (gecikme) faizi, borçlunun para borcunu zamanında ödememesi ve temerrüte düşmesi üzerine kanun gereği kendiliğinden işlemeye başlayan ve temerrütün devamı süresince varlığını sürdüren, alacaklının zararın varlığını ve miktarını ve borçlunun kusurunu ispat zorunda kalmaksızın borçlunun ödediği ve miktarı yasalarla belirlenmiş asgari, maktu bir tazminattır (Bkz. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 11.6.1997 gün ve 1997/11-278 - 529 sayılı ilamı). Para borçları açısından borçlu temerrüdüne bağlanan sonuçlardan birisi, temerrüt faizi ödeme yükümlülüğüdür. Temerrüt faizi borçlunun para borcunu zamanında ödememesi ve temerrüde düşmesi üzerine kanun gereği kendiliğinden işlemeye başlayan ve temerrüdün devamı müddetince varlığını sürdüren bir karşılık olması itibariyle, zamanında ifa etmeme olgusuyla doğrudan bir bağlantı içindedir. Ne var ki, uyuşmazlığın Dairemiz incelemesine geldiği aşamada 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu yürürlüğe girmiş olup, 6101 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun Yürürlüğü ve Uygulama Sekti Hakkında Kanunu'nun 2. maddesinde, denildikten sonra, görülmekte olan davalara ilişkin uygulama başlığını taşıyan 7. maddesinde aynen düzenlemesi getirilmiştir. 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu (TBK)'nun 88. maddesindeki hükmünü içermesinin yanı sıra, temerrüt faizine ilişkin 120. maddesinde de aynen; düzenlemesine yer verilmiştir. Tüm bu açıklamalar ışığında somut olay incelendiğinde; uyuşmazlığın çözümü bakımından karar tarihinden sonra yürürlüğe girmiş bulunan ve halen devam eden davalarda da uygulanması gereken hükümler içeren 6098 sayılı TBK 88 ve 120. maddelerinin ve 6101 sayılı yürürlük Kanununun somut olaya etkisinin bulunup bulunmadığının irdelenip değerlendirilmesi gerekmektedir. Hukuk devletinin gereği olan hukuk güvenliğini sağlama yükümlülüğü, kural olarak yasaların geriye yürütülmemesini gerekli kılar. uyarınca yasalar, kamu yaran ve kamu düzeninin gerektirdiği, kazanılmış hakların korunması, mali haklarda iyileştirme gibi kimi ayrıksı durumlar dışında ilke olarak yürürlük tarihlerinden sonraki olay, işlem ve eylemlere uygulanmak üzere çıkarılırlar. Yürürlüğe giren yasaların geçmişe ve kesin nitelik kazanmış hukuksal durumlara etkili olmaması hukukun genel ilkelerindendir. Öte yandan, hukuk devletinin hukuk güvenliği ilkesi belirliliği de gerektirir. Belirlilik ilkesi, yükümlülüğün hem kişiler hem de idare yönünden belli ve kesin olmasını, yasa kuralının, ilgili kişilerin mevcut şartlar altında belirli bir işlemin ne tür sonuçlar doğurabileceğini makul bir düzeyde öngörmelerini mümkün kılacak şekilde düzenlenmesini gerekli kılar. Kural olarak kanunlar yürürlüğe girdikleri andan itibaren ortaya çıkan olay ve hukuki ilişkilere uygulanırlar. Dolayısıyla geçmişe yürümezler. Yürürlükten kalkan kanunlar ise artık etkilerini kaybederler ve yeni ortaya çıkan olaylara ve hukuki ilişkilere uygulanmazlar. Bununla beraber, çeşitli sebeplerle bazen yeni kanunun daha önce ortaya çıkmış olaylara ve hukuki ilişkilere uygulanması söz konusu olabilir. Genellikle kamu yararının, kamu düzeninin, genel ahlakın, zayıfların, kişiliğin korunmasına hizmet eden ve bir hukuki işlemin şekline ilişkin getirilen hükümler, emredici hukuk kuralı özelliği taşır. Emredici kurallar aksi taraflarca kararlaştırılamayan ve uyulması zorunlu olan kurallardır. Bu kuralların uygulanmaması konusunda yapılan sözleşmeler hüküm ifade etmediği gibi, emredici kuralın uygulanmasına da engel teşkil etmez. Bir hükmün emredici nitelik taşıyıp taşımadığı genel olarak kuralın ifade ve yazılışından anlaşılırsa da bazı durumlarda değişiklik gösterebilir. Bu yüzden ilk olarak maddenin yazılış ve ifade tarzına bakılmalı, maddenin düzenleniş amacı da değerlendirilerek kuralın emredici nitelik taşıyıp taşımadığı tespit edilmelidir. Yukarıda yapılan tüm açıklamalar değerlendirildiğinde, TBK'nun 88 ve 120. Maddelerinin emredici nitelik taşıdığı ve taraflar ileri sürmese de re'sen gözetileceğinin kabulü gerekir. O halde faize ilişkin TBK'nun 88 ve 120. maddelerinin uygulama şeklinin irdelenmesi gerekmektedir. Buna göre, TBK 88. maddesinden de açıkça anlaşıldığı gibi; faiz (anapara faizi) ödeme borcunda uygulanacak yıllık faiz oranı, sözleşmede kararlaştırılmamışsa faiz borcunun doğduğu tarihte yürürlükte olan mevzuat hükümlerine göre belirlenecektir. Yürürlükte olan mevzuat hükümleri hiç şüphesiz şu anda da yürürlükte olan 3095 sayılı Kanuni Faiz ve Temerrüt Faizine İlişkin Kanun'dur. Burada veya de denilebilecek olan kanuni (yasal) faiz devreye girmektedir (3095 sayılı Kanun m.1). Faiz (anapara faizi) ödeme borcunda uygulanacak yıllık faiz oranı, sözleşmede kararlaştırılmışa buna itibar edilecektir. Burada bir sınır getirilmiştir. Sözleşme ile kararlaştırılacak yıllık faiz oranı, birinci fıkra uyarınca belirlenen (yani 3095 sayılı yasaya göre belirlenen) yıllık faiz oranının yüzde elli fazlasını aşamaz (TBK. m.88/f.2 atfıyla 3095 sayılı yasa m.1 ile belirlenen faizin %50 arttırımlı hali, yani %9 + 4,5 = %13,5 oranını aşamaz.). Burada emredici hukuk kuralı devreye girmektedir (TBK m.88/f.2). TBK.nda başlıklı düzenlemede de (m 120) şu şekilde bir çözüme gidilmiştir: Uygulanacak yıllık temerrüt faizi oranı, sözleşmede kararlaştırılmamışsa, faiz borcunun doğduğu tarihte yürürlükte olan mevzuat hükümlerine göre belirlenir (TBK m. 120/f.1 atfıyla 3095 sayılı Yasa m.2). Uygulanacak yıllık temerrüt faizi oranı, sözleşmede kararlaştırılmışa, bu oran (sözleşme ile kararlaştırılacak yıllık temerrüt faizi oranı), birinci fıkra uyarınca belirlenen yıllık faiz oranının yüzde yüz fazlasını aşamaz. (TBK m.120/f.2 atfıyla 3095 sayılı yasa m.2- adi işlerde %9 + yüzde yüz fazlası yani %9 =18'i; ticari işlerde avans fa-izinin yüzde yüz fazlasını yani avans faizinin iki katını, (1.1.2011 tarihinden 31.12.2012 tarihine kadar avans faizi %15 olduğundan iki katı olan %30'u aşamayacaktır) Hal böyle olunca; mahkemece, hükmedilecek alacak miktarının temerrüt tarihinden itibaren yıllık %18 temerrüt faizi ile hesap edilecek şekilde konusunda uzman taraf ve yargı denetimine açık bilirkişi raporu ile belirlenerek davalıdan tahsiline karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde alacak miktarının yıllık %46,80 temerrüt faizi uygulanmak sureti ile belirlenerek karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir. Sonuç: Birinci bentte açıklanan nedenlerle, davalının diğer temyiz itirazlarının reddine, ikinci bentte açıklanan nedenlerle kararın davalı yararına BOZULMASINA, 13.01.2014 gününde oybirliği ile karar verildi. İTİRAZIN İPTALİ DAVASI - TÜKETİCİ KREDİSİ VE TEMİNAT SÖZLEŞMESİNDEN KAYNAKLI BORÇ NEDENİYLE YAPILAN TAKİP - UYGULANACAK YILLIK TEMERRÜT FAİZİ ORANI - UZMAN TARAF VE YARGI DENETİMİNE AÇIK BİLİRKİŞİ RAPORU İLE ALACAK MİKTARININ BELİRLENEREK KARAR VERİLMESİ
- İTİRAZIN İPTALİ DAVASI, İŞE İADE DAVASI NETİCESİNDE VERİLEN KARAR TESPİT NİTELİĞİNDE OLDUĞU
T.C. Yargıtay 9.Hukuk Dairesi Esas: 2009/9653 Karar: 2011/9539 Karar Tarihi: 31.03.2011 İTİRAZIN İPTALİ DAVASI - DAVACININ İLAMLARIN İCRASININ HER YERDEN İSTENEBİLECEĞİNİ İLERİ SÜRMÜŞ İSE DE İŞE İADE DAVASI NETİCESİNDE VERİLEN KARAR TESPİT NİTELİĞİNDE OLDUĞU - YETKİ İTİRAZININ GEREKÇESİZ OLARAK REDDEDİLMESİNİN İSABETSİZ OLUŞU ÖZET: Somut uyuşmazlıkta, davacı işe iade davası sonucu Asliye Hukuk (İş) Mahkemesinden verilen ilamı Ankara İcra Müdürlüğünde takibe koyarak davalı aleyhine ilamlı icra takibinde bulunmuştur. Davalı icra dairesinin yetkisine itirazda bulunarak Kırşehir İcra Dairesinin yetkili olduğunu belirtmiştir. Davacı ilamların icrasının her yerden istenebileceğini ileri sürmüş ise de işe iade davası neticesinde verilen karar tespit niteliğinde olduğu için davacının dayanak gösterdiği içtihadın somut olayda uygulama yeri bulunmamaktadır. Mahkemece 5521 Sayılı İş Mahkemeleri Kanunu ilgili maddesi uyarınca yetki hususunun çözümlenmesi gerekirken davalının yetki itirazının gerekçesiz olarak reddedilmesi hatalı olup bozmayı gerektirmiştir. (5521 S. K. m. 5) (2004 S. K. m. 67) (9 HD 26.05.2008 T. 2008/20378 E. 2008/12778 K.) Dava: Davacı, itirazın iptali ile % 40 icra inkar tazimatının ödetilmesine, karar verilmesini istemiştir. Yerel mahkeme, istemi kısmen hüküm altına almıştır. Hüküm süresi içinde davalı avukatı tarafından temyiz edilmiş olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi Ş. K. tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü: Karar: Davacı işe iade davasının kesinleşmesinden sonra süresi içerisinde işverene müracaat etiğini ancak işe başlatılmayarak 79,73 TL ödeme yapıldığını, bakiye 78,51 TL için ise icra takibinde bulunduklarını ancak davalının takibe itiraz ettiğini belirterek itirazın iptaline takibin devamına karar verilmesini istemiştir. Davalı cevap dilekçesinde takibin haksız ve kötü niyetli olduğunu, yetkili mahkemenin Kırşehir İş Mahkemesi ve yetkili icra dairesinin Kırşehir İcra Daireleri olduğunu belirterek öncelikle yetkisizlik kararı verilmesi gerektiğini savunmuştur. Mahkemece davanın kabulüyle davalının icra takibine yaptığı itirazın kısmen iptaline 4544 TL üzerinden takibin devamına karar verilmiştir. Karar davalı tarafından temyiz edilmiştir. Dosya içeriğine göre, yetkili mahkemenin hangi iş mahkemesi olduğu uyuşmazlık konusudur. Mahkemece davalının yetki itirazı gerekçe gösterilmeden reddedilmiştir. 5521 Sayılı İş Mahkemeleri Kanunu 5. maddesinde iş uyuşmazlıklarında yer itibariyle yetkili iş mahkemeleri belirlenmiştir. Buna göre, İş mahkemelerinde yetki kuralı, H.U.M.K.'nun yetki kurallarına uygun olup buna ek olarak işin yapıldığı yer, yani işyeri mahkemelerini de yetkili kılmaktadır. İş mahkemesine açılan dava, dava tarihinde davalının ikametgahının bulunduğu veya işçinin işini yaptığı yerdeki iş mahkemesi veya iş davalarına bakmakla görevli asliye hukuk mahkemesinde açılmalıdır. Türk Medeni Kanunu'nun 19 uncu maddesi uyarınca gerçek kişi yönünden Bir yer, ancak işin niteliği ve yürütümü bakımından işyerine bağlı bulunmaktaysa, o işyerinden sayılacaktır. İş veya toplu iş sözleşmesinin tarafları, davalının yerleşim yeri ve işin yapıldığı yer dışındaki bir mahkemenin yetkili olduğuna dair düzenleme yapmaları, 5521 s. kanunun 5. maddesinin son cümlesi gereğince söz konusu düzenlemeyi geçersiz kılar. Bu düzenleme emredici bir kuraldır. İş mahkemesinin yetkisi kamu düzeniyle ilgili olduğundan davalı tarafça süresinde yapılmasa da hakim tarafından kendiliğinden bu husus göz önünde bulundurulmalıdır. Bir başka anlatımla hakim, davanın her aşamasında yetki itirazını dikkate alabileceği gibi, kendisi de resen yetkisizlik kararı verebilir (Dairemizin 26.05.2008 gün ve 2008/20378 Esas, 2008/12778 Karar sayılı ilamı). İtirazın iptali davasında yetkili mahkeme ise H.U.M.K.un 9 ve sonraki maddelerine göre belirlenir. İcra İflas Kanunu itirazın iptali için özel bir yetki kuralı koymamıştır. İlamsız icra da genel yetkili icra dairesi borçlunun ikametgahındaki icra dairesidir. Somut uyuşmazlıkta, davacı işe iade davası sonucu Kırşehir 1. Asliye Hukuk (İş) Mahkemesinden verilen ilamı Ankara İcra Müdürlüğünde takibe koyarak davalı aleyhine ilamlı icra takibinde bulunmuştur. Davalı icra dairesinin yetkisine itirazda bulunarak Kırşehir İcra Dairesinin yetkili olduğunu belirtmiştir. Davacı ilamların icrasının her yerden istenebileceğini ileri sürmüş ise de işe iade davası neticesinde verilen karar tespit niteliğinde olduğu için davacının dayanak gösterdiği içtihadın somut olayda uygulama yeri bulunmamaktadır. Mahkemece 5521 Sayılı İş Mahkemeleri Kanunu 5. maddesi uyarınca yetki hususunun çözümlenmesi gerekirken davalının yetki itirazının gerekçesiz olarak reddedilmesi hatalı olup bozmayı gerektirmiştir. Sonuç: Temyiz olunan kararın yukarda yazılı sebepten BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istenmesi halinde ilgiliye iadesine, 31.03.2011 tarihinde oybirliğiyle karar verildi. işe iade davası, ilamlı icra, işe iade davasının tespit niteliğinde olduğu
- ''Her dava açıldığı tarihteki şartlara tabidir.''
''Davadan sonra oluşan vakıalar görülmekte olan boşanma davasında hükme esas alınamaz, ancak yeni bir dava konusu yapılır ve ispat edilirse birleştirilerek görülecek yeni boşanma davasında bu sebeple boşanma kararı verilebilir.'' T.C. YARGITAY 2. HUKUK DAİRESİ E. 2015/1895 K. 2015/15882 T. 15.9.2015 * BOŞANMA DAVASININ SINIRLARINI ÖN İNCELEME AŞAMASINA KADAR BİLDİRİLMİŞ VAKIALARIN ÇİZDİĞİ (Mahkemece Ancak Bu Vakıalar Hakkında İnceleme ve Değerlendirme Yapılabileceği/Aksi Halde Talebin Dışına Çıkılması Sorununun Doğacağı - Boşanmada Yargılamanın Hukuk Muhakemeleri Kanunu'na Tabi Olması ve Sadakat Yükümlülüğüne İlişkin Bir İstisna 4721 Sayılı Medeni Kanun'da Bulunmadığından Dava Açıldıktan Sonra Gerçekleşen Olayın Hükme Esas Alınmaması Gerektiği) * BOŞANMA DAVASI AÇILDIKTAN SONRA TARAFLARIN SADAKAT YÜKÜMLÜLÜĞÜ (Eşlerin Birbirine Sadık Kalma Yükümlülüğü Sona Ermese de Bu Yükümlülüğün Ön İnceleme Aşaması Tamamlanıncaya Kadar Usulüne Uygun Şekilde Dayanılmayan Vakıalara Dayanma ve Bu Vakıalara İlişkin Delil Sunma Hakkını Vermeyeceği/Davacıya Kusur Olarak İsnat Edilen Sadakatsizlik Eylemi Dava Açılmasından Sonra Meydana Gelmiş Olduğundan Hükme Esas Alınamayacağı) * SADAKAT YÜKÜMLÜLÜĞÜNE AYKIRILIK (Boşanma Davası Açılmasının Eşlerin Sadakat Yükümlülüğünü Ortadan Kaldırmayacağı - Sadece Ön İnceleme Aşaması Tamamlanana Kadar Usulüne Uygun Şekilde Bildirilmiş Olan Vakıaların Boşanma Davalarının Sınırını Çizdiği ve Mahkemece Ancak Bu Vakıalar Hakkında Değerlendirme Yapılabileceği/Davadan Sonra Oluşan Vakıaların Görülmekte Olan Boşanma Davasında Hükme Esas Alınamayacağı/Her Davanın Açıldığı Tarihteki Şartlara Tabi Olduğu) * ÖN İNCELEME AŞAMASI TAMAMLANDIKTAN SONRA OLUŞAN VAKIALARIN YENİ BİR DAVANIN KONUSU YAPILMASI GEREĞİ (Her Ne Kadar Dava Açılmasına Rağmen Sadakat Yükümlülüğü Devam Etse de Usul Kuralları Emredici Olduğundan ve Medeni Kanun'da Tahkikat Aşamasında Meydana Gelen Cinsel Sadakatsizlik Dahil Bir İstisnaya Yer Verilmemiş Olduğundan Olayın Ancak Yeni Bir Davanın Konusu Yapılabileceği/Birleştirilerek Görülecek Yeni Davada Bu Sebeple Boşanma Kararı Verilebileceği) * DAVADAN SONRA OLUŞAN VAKIALARIN GÖRÜLMEKTE OLAN BOŞANMA DAVASINDA HÜKME ESAS ALINAMAYACAĞI (Boşanma Davası Açılması Sadakat Yükümlülüğünü Ortadan Kaldırmasa da Boşanmada Yargılama 6100 S.K.'na Göre Yapıldığından Tarafların Ön İnceleme Aşaması Tamamlanıncaya Kadar Usulüne Uygun Şekilde Dayanılmayan Vakıalara Dayanma ve Bu Vakıalara İlişkin Delil Sunma Hakkının Olmadığı - Olayın Ancak Yeni Açılacak Boşanma Davasında İleri Sürülebileceği) 4721/m. 184, 185/3 6100/m. 25/1, 33, 119, 137, 140/3, 141/1, 187 ÖZET : Boşanma davasının açılması durumunda eşlerin sadakat yükümlülüğü ortadan kalkmasa da boşanma davalarında uygulanacak yargılama usulü emredici olarak düzenlenmiş olduğundan eşlerin sadakat yükümlülüğünün evlilik süresince geçerli olmasına ilişkin maddi hukuk kuralı taraflara ön inceleme aşaması tamamlanıncaya kadar usulüne uygun şekilde dayanılmayan vakıalara dayanma ve bu vakıalara ilişkin delil sunma hakkını vermediğinden mahkeme ön inceleme sonuç tutanağında yer alan ve taraflarca imzalanarak kabul edilen çekişmeli vakıaları gösteren tutanak esas alınmak suretiyle yürütmek zorundadır. Başka yoldan gidilmesi ancak karşı tarafın açık muvafakati ile mümkündür. Somut olayda, mahkemece davalı karşı davacıya kusur olarak isnat edilen sadakatsizlik eylemi dava açılmasından sonra meydana gelmiştir. Her dava açıldığı tarihteki şartlara tabidir. Davadan sonra oluşan vakıalar görülmekte olan boşanma davasında hükme esas alınamaz, ancak yeni bir dava konusu yapılır ve ispat edilirse birleştirilerek görülecek yeni boşanma davasında bu sebeple boşanma kararı verilebilir. DAVA : Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen, yukarıda tarihi ve numarası gösterilen hüküm, davalı-karşı davacı tarafından, kocanın davasının kabulü, kusur belirlemesi, tazminat ve nafaka taleplerinin reddi yönünden temyiz edilmekle, evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü: KARAR : 1-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuna uygun sebeplere ve özellikle delillerin takdirinde bir yanlışlık görülmemesine göre, davalı-karşı davacının aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yersizdir. 2-Eşler birbirine sadık kalmak zorundadırlar (TMK.md. 185/3). Bir boşanma davasının açılması durumunda eşlerin sadakat yükümlülüğü elbette ortadan kalkmaz. Bunun aksi de düşünülemez. Nitekim boşanma davasının açılmasıyla eşler arasındaki cinsel sadakat yükümlülüğünün "kalktığına" ve dava tarihinden sonra gerçekleşen sonraki cinsel sadakate aykırı davranışların "yeni bir dava” konusu yapılamayacağına ilişkin bugüne kadar alınmış hiçbir Yargıtay kararı da bulunmamakladır. Boşanma davalarında uygulanacak yargılama usulü Türk Medeni Kanununun 184 ve Hukuk Muhakemeleri Kanunu ile emredici olarak düzenlenmiş olduğundan eşlerin sadakat yükümlülüğünün evlilik süresince geçerli olmasına ilişkin "maddi hukuk kuralı” Taraflara ön inceleme aşaması tamamlanıncaya kadar usulüne uygun şekilde dayanılmayan vakıalara dayanma ve bu vakıalara ilişkin delil sunma hakkını vermez. Boşanma davasına bakan mahkeme yargılamayı Türk Medeni Kanununun 184 ve Hukuk Muhakemeleri Kanununun 33. 119. 129. 137. 140/3 ve 187. hükümlerinde yer alan emredici düzenleme sebebiyle ön inceleme sonuç tutanağında yer alan ve taraflarca imzalanarak kabul edilen çekişmeli vakıaları gösteren tutanak esas alınmak suretiyle yürütmek zorundadır. Ön inceleme sonuç tutanağı boşanma davasının yol haritasıdır. Başka yoldan gidilmesi ancak karşı tarafın açık muvafakati ile mümkündür (HMK.md.141/1) Ön inceleme aşaması tamamlanana kadar usulüne uygun şekilde ileri sürülmemiş olan vakıalar, mahkemece kendiliğinden incelenemeyeceği gibi, hakim onları hatırlatacak hallerde dahi bulunamaz (HMK.md.25/1). O halde, sadece ön inceleme aşaması tamamlanana kadar usulüne uygun şekilde (HMK. md.141) bildirilmiş olan vakıalar boşanma davalarının sınırını çizmekte ve mahkemece ancak, bu vakıalar hakkında inceleme ve değerlendirme yapılabilmekledir. Aksinin kabulü: davacının dayandığı olguların, dolayısıyla elde etmek istediği nihai talebin dışına çıkılması sonucunu doğuracağı gibi; temyiz ve karar düzeltme süreçleri de dahil, yargılamanın hangi aşamasına kadar gerçekleşecek hukuki ve fiili olguların nazara alınması gerektiği sorununu ortaya çıkaracaktır. 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun 184. maddesinde "boşanmada yargılama usulü" ayrıca düzenlenmiş: anılan maddenin ilk fıkrasında "Boşanmada yargılama, aşağıdaki kurallar saklı kalmak üzere Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununa tabidir." hükmüne yer verilerek, maddede sayılan istisnalar dışında, boşanma davalarının "genel yargılama usulüne” tabi olduğu belirtilmiştir. Boşanmada genel yargılama usulünün uygulanmasına ayrık olan kurallar ve uygulanması özel usuller, Türk Medeni Kanununun 184. maddesinde sınırlı olarak belirtilmiş olmasına karşın; bu sınırlamalar ve istisnalar içinde, tarafların usulüne uygun şekilde dayanmadığı vakıaların ve özellikle tahkikat aşamasında meydana gelen boşanma sebebi oluşturan cinsel sadakatsizlik dahil her türlü vakıanın değerlendirmede esas alınacağına dair özel bir düzenlemeye bir başka deyişle istisnaya yer verilmemiştir. Ön inceleme aşaması tamamlanana kadar usulüne uygun şekilde (HMK. md. 141) dayanılmayan bir vakıanın, tahkikat aşamasında gerçekleştiğinden bahisle davalıya kusur olarak yüklenmesine, açıklanan "emredici usul kuralları” sebebiyle imkan bulunmamaktadır. Davacı-karşı davalının açtığı boşanma davası, davalı karşı davacının sadakat yükümlülüğüne aykırı davrandığı gerekçesi ile kabul edilmiştir. Ne var ki mahkemece davalı karşı davacıya kusur olarak isnat edilen sadakatsizlik eylemi dava açılmasından sonra meydana gelmiştir. Her dava açıldığı tarihteki şartlara tabidir. Davadan sonra oluşan vakıalar görülmekte olan boşanma davasında hükme esas alınamaz, ancak yeni bir dava konusu yapılır ve ispat edilirse birleştirilerek görülecek yeni boşanma davasında bu sebeple boşanma kararı verilebilir. Mahkemece davalı-karşı davacıya başka bir kusur da isnat edilmemiştir, gerçekleşen bu duruma göre, davacı-karşı davalının davasının kabulü ve tarafların eşit kusurlu kabul edilerek davalı-karşı davacı kadının tazminat taleplerinin reddi hatalı olup bozmayı gerektirmiştir. SONUÇ : Temyiz edilen hükmün yukarıda 2. bentte gösterilen sebeple BOZULMASINA. bozma kapsamı dışında kalan temyize konu bölümlerinin ise yukarıda 1. bentte gösterilen sebeple ONANMASINA, temyiz peşin harcının istek halinde yatırana geri verilmesine, işbu kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere (2.) bentteki bozma sebebinde oyçokluğuyla, diğer yönlerden oybirliğiyle 15.09.2015 tarihinde karar verildi. KARŞI OY YAZISI Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuna uygun sebeplere ve özellikle delillerin takdirinde bir yanlışlık görülmemesine göre, yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddiyle usul ve kanuna uygun olan hükmün onanması gerektiği düşüncesiyle sayın çoğunluğun ikinci bentteki bozma kararına katılmıyorum. 15.09.2015
- KAÇAKÇILIK SUÇU SAVUNMA DİLEKÇESİ ÖRNEĞİ
ADANA ... ASLİYE CEZA MAHKEMESİNE DOSYA NO : SANIK : MÜDAFİ : Av. Esmanur KILIÇMAN ERDEM KONU : Savunma dilekçemizdir. AÇIKLAMALAR: 1) Müvekkil sanık hakkında Adana .. Asliye Ceza Mahkemesinin ... sayılı dosyasında yapılan yargılama neticesinde 5607 Sayılı Yasaya Muhalefet suçundan mahkumiyet kararı verilmiş ancak verilen hüküm, katılan vekilinin temyiz talebi üzerine Yargıtay .. Ceza Dairesince mahkumiyet hükmünün kurulduğu kanun maddelerinin düzeltilmesi ve eksik hususların bulunması sebebiyle bozulmuştur. Ancak müvekkil suçsuz olup beraati gerekmektedir. 2) Şöyle ki; müvekkil kamyon şoförüdür. Götürdüğü mala karşılık mal sahibinin teklifi üzerine mal sahibine ait olan petrol istasyonuna gitmiş ve ürün karşılığı kadar mazot almıştır. 3) Dönerken önce Ceyhan'da kolluk görevlileri tarafından durdurulmuş ancak bir sorun yaşamamış ve gitmesine izin verilmiştir. Daha sonra Adana'da kolluk görevlileri tarafından tekrar durdurulmuş ve müvekkil emniyete götürülmüştür. Araçtan mazot örnekleri alınmıştır. Alınan örnekler üzerinden yapılan test sonuçlarına göre araçta bulunan mazot, ulusal marker içermediğinden müvekkil hakkında akaryakıt kaçakçılığı sebebiyle işlem başlatılmıştır. 4) Ancak müvekkil, daha önce vermiş olduğu beyanlarından da açıkça anlaşıldığı üzere mazotun kaçak olduğunu yapılan test sonuçları doğrultusunda öğrenmiştir. Bu nedenle suç işleme kastı olmadığından beraati gerekmektedir. 5) Yine müvekkil suç konusu mazotu, getirmiş olduğu yük karşılığında ve yükün maliyeti kadar almıştır. Müvekkilin de daha önce bahsettiği üzere kullanmış olduğu aracın depo kapasitesinin yarısı kadar mazot almıştır. O halde buradan açıkça anlaşılacağı üzere müvekkil suç işleme saiki ile değil gerçekten getirmiş olduğu ürünün karşılığı kadar yakıt almıştır. 6) Ancak yine de müvekkilin suç konusu yakıtı, kaçak olduğunu bilerek ve isteyerek aldığını düşünsek bile yukarıda bahsettiğimiz üzere araç deposunun kapasitesinin yaklaşık yarısı kadar mazot ile dolu olması bile kişisel kullanım ve tüketim amaçlı olup müvekkilin bu saikle hareket etmediğini göstermektedir. Yine soruşturma aşamasında keşif sonucu alınan bilirkişi raporunda, ''kaçak eşyanın taşıma aracının yüküne göre miktar ve hacim bakımından tamamını veya ağırlıklı bölümünü oluşturmadığı'' kanaatine varılmıştır. O halde bilirkişi raporundan da anlaşıldığı ve yukarıda bahsettiğimiz üzere araç içerisinde yer alan mazot miktarı akaryakıt kaçakçılığı suçunun maddi unsuru açısından bu suçu işlemeye elverişli nitelikte değildir. Bu nedenle müvekkilin beraati gerekmektedir. 7) Araçta bulunan yakıt miktarı yukarıda bahsettiğimiz üzere aracın depo kapasitesinin yarısı kadardır. O halde açıkça anlaşılacağı üzere müvekkil bu yakıtı kişisel kullanım ve tüketim amacıyla almıştır. Bununla ilgili olarak 5607 sayılı Kaçakçılıkla Mücadele Kanunu'nun 3. Maddesinin 11. fıkrasında: ''Ulusal marker uygulamasına tabi olup da, Enerji Piyasası Düzenleme Kurumunun belirlediği seviyenin altında ulusal marker içeren veya hiç içermeyen akaryakıtı; a) Ticari amaçla ... bulunduran veya nakleden, ... c) Bu özelliğini bilerek ve ticari amaçla satın alan...'' kişilerin cezalandırılmasını hükme bağlamıştır. Bu nedenle müvekkilin dava konusu akaryakıtı ticari amaçla aldığına ilişkin herhangi somut bir delil söz konusu değildir. Bu nedenle müvekkilin beraati gerekmektedir. Buna ilişkin olarak Yargıtay 19. CD 2019/1545 E. 2019/5800 K. 14.03.2019 tarihli kararında: ''...Olay tutanağında; sanığın aracında yapılan aramada ... karton kaçak sigara ve aracın çekicisinin deposunda ... LT fazla akaryakıt ele geçirildiği yazılı ise de; sanığın aşamalarda değişmeyen ifadesinde sigara ve yakıtı kişisel kullanımı için aldığını, ticari amacının olmadığını savunması karşısında, her ne kadar sanığın kullanmakta olduğu araç ticari mahiyette ise de dosyada mevcut 13.09.2013 tarihli bilirkişi raporunda sigaraların ve akaryakıtın aracın orijinal bölmelerinde ele geçirildiğinin tespit edilmiş olması... ve ele geçen miktarın kişisel kullanım sınırında kalması karşısında, sanığın ele geçen sigara ve akaryakıtı ticari maksatla bulundurduğuna ilişkin mahkumiyetine yeter, her türlü şüpheden uzak, kesin ve inandırıcı delil elde edilemediği gözetilerek beraat yerine yazılı şekilde mahkumiyet kararı verilmesi, Kanuna aykırı, sanık müdafii ile katılan vekilinin temyiz nedenleri bu itibarla yerinde görüldüğünden tebliğnameye kısmen uygun olarak, HÜKMÜN 5320 sayılı Kanun'un 8/1. maddesi gereğince uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK'nun 321. maddesi uyarınca, BOZULMASINA,.. Oy birliği ile karar verildi.'' 8) Yargıtay CGK 2017/512 E. 2019/38 K. 22.01.2019 tarihli kararında: ''...5015 sayılı Petrol Piyasası Kanunu ve 5607 sayılı Kaçakçılıkla Mücadele Kanunu’nda hiç ya da yeterli seviyede ulusal marker içermeyen akaryakıtın bu özelliği bilinerek satın alınmasının suç teşkil edebilmesi için failin ticari amaçla satın almış olması şartı aranmış ancak "ticari amaçla satın alma" kavramından ne anlaşılması gerektiği hususunda bir tanımlamaya yer verilmemiştir. Ticari amaç birçok kaçakçılık suçunda aranan bir manevi unsur olup öğretide bu konuda; 'Ticari amaç maddi menfaat elde etmek amacıdır. Ticaret maddi kazanç için yapılan faaliyettir. Failin amacı kazanç dışında amaç ise maddi unsuru eksik kalacaktır.' (Erdener Yurtcan, Yeni Kaçakçılıkla Mücadele Kanunu Şerhi, Beta Yayınları, İstanbul, 2007, s.21); 'Bu suç düzenlemesinde kast, özel kasttır. Bu nedenle, bu suç düzenlemesi ancak özel kastla işlenebilir. Bu özel kast, faildeki ticari amacı ifade eder. Fail, suç teşkil eden seçimlik hareketleri, ticari amaçla (saikle) işlemesi gerekir. Eğer, failde ticari amaç bulunmuyorsa, bu suç oluşmayacaktır. Bu nedenle, bu seçimlik hareketin kişisel kullanımlar için yapılması bu suçu oluşturmayacaktır.' (Mustafa Özen, 5607 sayılı Kaçakçılık Kanununda Düzenlenen Suçlar, Adalet Yayınevi, 1.Bası, Ankara, 2015, s.98); 'Yurda kaçak olarak sokulmamış ancak yeterli veya hiç marker içermeyen akaryakıtın, ticari amaçla üretilmesi, bulundurulması, nakledilmesi satışa arz edilmesi, satılması ve markersiz olma özelliği bilinerek ticari amaçla satın alma hareketlerinin fail tarafında bilerek ve istenerek yapılması halinde manevi unsur gerçekleşmiş olacaktır. Ticari amaç gözetmeden kendi ihtiyacı için akaryakıt üreten, nakleden, bulunduran veya satın alan kişinin bu fiillerinde kasten hareket ettiği kabul edilemez. Bir olayda manevi unsurun gerçekleşip gerçekleşmediği, somut olayın tüm özellikleri, ele geçen eşyanın miktar ve değeri ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunun, ceza sorumluluğunun şahsiliğini, kastı, taksiri, ceza sorumluluğunu kaldıran veya azaltan nedenleri düzenleyen 20–34. madde hükümleri birlikte değerlendirilerek belirlenmelidir.' (Seyfettin Çilesiz, İçtihatlı Kaçakçılıkla Mücadele Kanunu Açıklaması, 5. Bası, Adalet Yayınevi, Ankara, 2018, s. 376-377); 'Ticari amaç olması için, belli bir uğraşın sonunda maddi bir menfaat gereklidir. Kazanç dışında başka bir amaç varsa belirtilen suç oluşmayacaktır. Örneğin, fail acıyarak yardım etmek veya korumak amacıyla belirtilen fiilleri işlerse bu takdirde koşulları çerçevesinde iştirak iradesi araştırılacaktır. Kişisel kullanım veya tüketim çerçevesinde yapılanlar suç kapsamında değerlendirilmemektedir.' (Dilara Şahin, 5607 Sayılı Kaçakçılıkla Mücadele Kanunundaki İthalat Kaçakçılığı Suçları ve Kabahatler, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul, 2011, s.68); 'Kendisinin kişisel kullanım ve tüketimi için kaçak eşyanın satın alınması, saklanması, taşınması hareketleri kasten işlense dahi bu suç oluşmayacaktır' (Selçuk Bütün, 5607 Sayılı Kaçakçılıkla Mücadele Kanunu Kapsamında Gümrük Kaçakçılığı Suçları, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Kocaeli Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kocaeli, 2008, s.70) şeklinde görüşler ileri sürülmüştür. Tüm bu nedenlerle failin ticari amaçla hareket edip etmediği, ekonomik ve sosyal durumu, suça konu eşyanın cinsi, nevi, kullanım yeri, zamanı, miktarı, değeri, bulundurma ve ele geçiriliş biçimi gibi hususlar gözetilerek her olayın özelliğine göre değerlendirilip belirlenmelidir...'' 9) İddia olunan suç konusu mazot, aracın deposunda bulunmuştur. Bu nedenle söz konusu mazot, ulusal marker ölçümü neticesinde geçersiz olsa dahi depoda bulunması yukarıda paylaşmış olduğumuz Yargıtay kararlarına göre gizleme saiki olmadan kişisel kullanım ve tüketim için alınmış olması suçun maddi ve manevi unsuru açısından elverişli değildir. 11) Ayrıca müvekkil suçu kabul anlamına gelmeksizin dava konusu akaryakıtın vergisini de ödemiş olup bu nedenle hüküm verilirken bunun da göz önüne alınması gerekmektedir. TALEP VE SONUÇ: Yukarıda izah edilen nedenler ve paylaşmış olduğumuz Yargıtay kararları ışığında dava konusu akaryakıtın kişisel kullanım sınırlarında olması ve ticari amaçla satın alındığına ilişkin somut herhangi bir somut delil olmaması nedeniyle suçun unsurları oluşmadığından müvekkilin beraatine, eğer mahkeme aksi kanaatte ise lehe hükümlerin uygulanmasına karar verilmesini vekaleten talep ederiz. ../../.. Sanık Müdafi Av. Esmanur KILIÇMAN ERDEM
- "Kişisel kullanım ve tüketimi için kaçak eşyanın satın alınması kaçakçılık suçunu oluşturmaz''
YARGITAY Ceza Genel Kurulu Esas Yıl/No: 2017/512 Karar Yıl/No: 2019/38 Karar tarihi: 22.01.2019 YARGITAY KARARI Kararı Veren Yargıtay Dairesi : 7. Ceza Dairesi Mahkemesi :Asliye Ceza Sayısı : 220-254 Sanıklar ... ve ... hakkında açılan kamu davasında yapılan yargılama sonucunda kurulan mahkûmiyet hükümlerinden, sanık ...'ın 5015 sayılı Kanun'un Ek Madde 5/1, TCK'nın 62/1, 51, 52, 53 ve 54. maddeleri gereğince 1 yıl 8 ay hapis, 80 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına, hak yoksunluğuna, hapis cezasının ertelenmesine ve müsadereye ilişkin Başkale (Kapatılan) 2. Asliye Ceza Mahkemesince verilen 06.04.2011 tarihli ve 376-119 sayılı hükmün, sanık tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 7. Ceza Dairesince 07.10.2013 tarih ve 27215-20525 sayı ile; “Oluşa ve dosya kapsamına göre, sanığın tüm aşamalarda hakkında mahkumiyet kararı verilen diğer sanık ...'ın sevk ve iradesinde bulunan araçta yolcu olarak bulunduğunu ve aracın kasasında bulunan dava konusu mazotlardan haberi olmadığını belirtmesi, sanık ...'ın savunmasında ise bu hususu teyit edip mazotun kendisine ait olduğunu kabul etmesi karşısında, dosyada sanığın savunmasının aksini gösterir cezalandırılması için yeterli delil bulunmadığı gözetilmeyerek, sanık ...'ın beraati yerine yazılı gerekçeyle mahkumiyetine karar verilmesi" isabetsizliğinden oy çokluğuyla bozulmasına karar verilmiş, Daire üyeleri T. Emiroğlu ve S. Tuncer; “Suç tarihinde suça konu kaçak akaryakıtın, sanık ...'ın beyanına göre dayısına ait olan kamyonette nakil yapıldığı, aynı araçta bulunan.....'ın dayısı olan diğer sanık ...'ın bu nakilden haberdar olmamasının hayatın olağan akışına aykırı olduğu, nakil esnasında her iki sanığın birlikte olup bu işi birlikte yaptıklarının anlaşılması karşısında, sanık ... hakkındaki mahkumiyet hükmünün onanması gerektiği" düşüncesiyle karşı oy kullanmışlardır. Yerel Mahkeme ise 29.05.2014 tarih ve 220-254 sayı ile; "Olay tarihinde güvenlik kuvvetlerince yapılan faaliyet sırasında sanıkların şoför ve yolcu olarak bulundukları 65 .. ... plakalı sayılı araç içerisinde yaklaşık 2400 litre kaçak akaryakıt ele geçirildiğini, akaryakıtın kaçak olduğunun tespit edildiği, sanık ...'ın mahkeme huzurunda alınan savunmasında suça konu akaryakıtları kendi ihtiyacı için aldığını beyan ederek, diğer sanık ...'ın ise aracı suç tarihinden önce harici olarak.....'a sattığını beyan ederek suçlamayı kabul etmemiş iseler de sanıkların suça konu araçta birlikte yakalanması, ele geçirilen akaryakıt miktarı ve bölgede kaçakçılık olaylarının yoğun olması sebebiyle sanıkların savunmasına itibar edilmemiş ve olay yeri tespit tutanağı, marker test sonucu, ele geçirilen akaryakıt miktarı ve tüm dosya kapsamına göre sanıkların ticari amaçla kaçak petrol taşıma eylemi sabit görüldüğünden sanığın suçu sabit görülmüştür. Sanık Aslan olay yerine minibüs ile gelip sonradan yeğeni sanığın kullandığı araca bindiğini beyan etmiş, Sanık ... bunu teyit etmiş ise de olay yeri tutanağına göre araç köy yolundan anayola seyir halindedir ve henüz anayola çıkmadan yakalanmıştır, araca yakalanana kadar birisinin bindiği takipteki kolluk güçlerince görülmemiştir. O halde sanıklar akaryakıtı beraberce almış ve beraberce sevk etmiştir. Sanığın beyanına itibar edilse bile minibüsten köy yoluna girdikten sonra inmesi mantıklı değildir, anayolda inerek yeğenini bekleyebilirdi, kaldı ki yakın akrabalık ve beraber yakalanma olguları da mahkumiyete yeterli delildir, ilçemizde yaşanan ve her gün görülen bu gibi kaçakçılık olayları jelikan sayısı itibariyle iki kişiyi zorunlu kılmakta, ancak yakalanma halinde bari birimiz ceza alalım denilerek sanıklar bu şekilde savunma yapmaktadır" şeklindeki gerekçe ile direnerek, sanık ...'ın ilk hükümde olduğu gibi mahkûmiyetine karar vermiştir. Direnme kararına konu bu hükmün de sanıklar ve şikâyetçi vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 12.09.2014 tarihli ve 299557 sayılı, sanık ...'ın temyiz istemi hakkında "inceleme yapılmasına yer olmadığına karar verilmesi", şikâyetçi vekilinin temyiz isteminin "reddi" ve sanık ...'ın temyizi yönünden ise "onama" istekli tebliğnamesi ile Yargıtay Birinci Başkanlığına gelen dosya, Ceza Genel Kurulunca 07.12.2016 tarih ve 550-494 sayı ile; 6763 sayılı Kanun'un 38. maddesi ile 5320 sayılı Kanun'a eklenen geçici 10. madde uyarınca kararına direnilen daireye gönderilmiş, aynı madde uyarınca inceleme yapan Yargıtay 7. Ceza Dairesince 05.04.2017 tarih ve 46-2611 sayı ile direnme kararının yerinde görülmemesi üzerine Yargıtay Birinci Başkanlığına iade edilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır. TÜRK MİLLETİ ADINA CEZA GENEL KURULU KARARI Gümrük İdaresinin direnme kararına konu hükmü temyiz ettiği, direnme kararına konu hükme yönelik temyiz talebinin yerinde olup olmadığını değerlendirme yetkisinin, direnme kararının Özel Dairece yerinde görülmeyip Ceza Genel Kuruluna gönderildiği de dikkate alındığında direnme kararını inceleyecek olan Ceza Genel Kuruluna ait olduğu, bu nedenle Özel Dairenin, Gümrük İdaresinin temyiz talebini reddine dair kararının hukuki değerden yoksun olduğu belirlenmiş olup Özel Daire ile Yerel Mahkeme arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlıklar; 1- Şikâyetçi Van Gümrük Müdürlüğü vekilinin, sanık ... hakkındaki hükmü temyiz etme hak ve yetkisinin bulunup bulunmadığının, 2- Sanık ...’a atılı 5015 sayılı Kanun’a muhalefet suçunun sabit olup olmadığının, 3- Sanık ...’ın temyiz dilekçesi içeriğine göre incelemenin Özel Dairece mi yoksa Ceza Genel Kurulunca mı yapılması gerektiğinin, Belirlenmesine ilişkindir. İncelenen dosya kapsamından; Olay yeri tespit tutanağına göre; kolluk görevlilerince 07.09.2010 tarihinde, saat 18.00-20.00 saatleri arasında Ilıcak Köyü, ....t Mezrası, Bavis Köprüsü mevkisinde icra edilen önleyici hizmet devriyesi sırasında, saat 18.30 sıralarında ....t Mezrası istikametinden Van-Hakkari devlet karayolu istikametine doğru seyir hâlinde bulunan 65 .. ... plaka sayılı beyaz renkli İsuzu marka kamyonetin, Bavis Köprüsüne 200 metre kala durup 5 dakika kadar bekledikten sonra yola devam etmesi üzerine şüphelenilerek köprü üzerinde durdurulduğu, yapılan kimlik kontrolünde aracı sevk ve idare eden şahsın sanık ..., yanında bulunan şahsın ise sanık ... olduğunun tespit edildiği, sanık ...'a araçta ne sevk ettiği sorulduğunda, çiftçilik yaptığı için traktöründe kullanmak amacıyla Başkale ilçesinin Yukarı Çaldıran Köyünde ikamet eden ismini bilmediği bir şahıstan satın aldığı 40 adet bidonda İran mazotu denilen kaçak akaryakıt taşıdığını söylediği, nöbetçi Cumhuriyet savcısından alınan talimatla sanıkların, toplam 2.400 litre kaçak mazotun ve nakil aracının jandarma karakoluna götürüldüğü, Muhafaza altına alma tutanağına göre; sanıkların kaçak akaryakıtı ve suçta kullanılan nakil aracını rıza ile teslim ettikleri, Ulusal marker tespit tutanağına göre; ele geçen akaryakıtın cihazla yapılan kontrolünde marker seviyesinin geçersiz olduğu, 31.12.2010 tarihli ve 15842 nolu TÜBİTAK MAM kırsal motorin muayene raporunda, ele geçen akaryakıtın marker seviyesinin geçersiz olduğunun, numuneye hafif ürün karıştırıldığının ve teknik düzenlemede yer alan özelliklere aykırı olduğunun bildirildiği, 03.12.2010 tarihli bilirkişi raporuna göre; yakalanan mazot miktarının 2.400 litre olduğu, 1 litresinin CİF değerinin 0,60 TL olduğu, Kaçak eşyaya mahsus tespit varakasında, kaçak motorinlerin CİF kıymetinin 1.440 TL, gümrük vergilerinin 4.013,02 TL, gümrüklenmiş değerinin ise 5.453,02 TL olduğunun belirtildiği, Keşifte dinlenen bilirkişi beyanına göre; suç eşyasının naklinde kullanılan 65 .. ... plaka sayılı, 1996 model İsuzu marka kamyonetin üzerinde kaçakçılık için hazırlanmış gizli ya da özel bölme bulunmadığı, azami yüklü ağırlığı tahmini 7.000 kg olan aracın piyasa değerinin ise suç tarihi itibarıyla 1.000 TL olduğu, Sanık ...'ın, 08.11.2010 ve 18.07.2011 tarihli dilekçeleriyle aracın kendisine ait olduğunu belirterek iadesini talep ettiği, son dilekçesi üzerine aracın, 1.000 TL teminat karşılığında bu sanığa teslim edildiği, Anlaşılmaktadır. Sanık ... kollukta; dayısı sanık ...'a ait olan kamyonetle Başkale ilçesinin Yukarı Çaldıran Köyünden tanımadığı bir şahıstan yaklaşık olarak 39-40 jelikan kaçak mazot alarak aracın kasasına koyduğunu, Başkale'ye seyir halinde iken Bavis Köprüsüne geldiğini, köprünün üzerinde bekleyen dayısı sanık ...'ı araca aldığını ve Başkale'ye doğru yola çıktıkları esnada karşıdan gelen jandarma ekipleri tarafından durdurulduğunu, çiftçilik yaptığını, kaçak mazotu traktörde kullanmak için aldığını, ticari amacının bulunmadığını, Duruşmada benzer anlatımlarından farklı olarak; suçta kullanılan nakil aracını sanık ...'dan olay tarihinden önce 6.000 TL'ye haricen satın aldığını, Sanık ... kollukta; İstanbul'da ikamet ettiğini, Başkale'de oturan kardeşlerinin ve babasının yanına gezmeye geldiğini, olay tarihinde Başkale'den bindiği minibüsten Bavis Köprüsünde inip yeğeni sanık ...'ı beklemeye başladığını, 10-15 dakika sonra yeğeninin araçla yanına geldiğini, aracın ön tarafına bindikten sonra Başkale'ye doğru gitmeye başladıkları esnada karşı istikametten gelen jandarma ekiplerinin aracı durdurduğunu, görevlilerin aracın kasasında kaçak mazot bulunduğunu tespit ettiklerini, olayla alakasının bulunmadığını, Duruşmada ise farklı olarak; suçta kullanılan nakil aracını sanık ...'a haricen sattığını, olay tarihinde de bu araca tesadüfen bindiğini, Savunmuşlardır. Uyuşmazlık konularının ayrı ayrı değerlendirilmesinde fayda bulunmaktadır. 1-Şikâyetçi Van Gümrük Müdürlüğü vekilinin, sanık ... hakkındaki hükmü temyiz etme hak ve yetkisinin bulunup bulunmadığı; 5015 sayılı Petrol Piyasası Kanunu'nun 2. maddesinin ikinci fıkrasında, bu Kanun’un uygulanmasında kurumun, Enerji Piyasası Düzenleme Kurumunu ifade ettiği belirtilmiştir. 5015 sayılı Kanun’un suç tarihi itibarıyla yürürlükte bulunan 13. maddesinin dördüncü fıkrası; “Kurum; piyasa faaliyetlerine ilişkin olarak açılmış veya açılacak kamu davalarına müdahil olabilir. Bu konularla ilgili olarak suç duyurusunda bulunabileceği gibi mevzuatın uygulanması açısından, adlî ve mülkî makamlardan yaptırım talebinde bulunabilir.” şeklinde düzenlenmiş iken 11.04.2013 tarihinde yürürlüğe giren 6455 sayılı Kanun'un 40. maddesi ile; "Kurum, piyasa faaliyetlerine ilişkin olarak lisans sahipleri veya yetkilileri hakkında açılan kamu davalarını katılan sıfatıyla takip edebilir. Bu konularla ilgili olarak suç duyurusunda bulunabileceği gibi mevzuatın uygulanması açısından, adlî ve mülkî makamlardan yaptırım talebinde bulunabilir." hâline getirilmiştir. 5607 sayılı Kaçakçıkla Mücadele Kanun'un "Davaya katılma" başlıklı 18. maddesi ise; “Bu Kanunda tanımlanan suçlar dolayısıyla açılan davalarda mahkeme, iddianamenin bir örneğini ilgili gümrük idaresine de gönderir. Başvurusu üzerine, ilgili gümrük idaresi açılan davaya katılan olarak kabul edilir.” şeklinde düzenlenmiştir. Bu aşamada "mağdur", "suçtan zarar gören" ve "malen sorumlu" kavramları ile "kamu davasına katılma" kurumu üzerinde de durulması gerekmektedir. 5271 sayılı CMK'nın 237/1. maddesinde; “Mağdur, suçtan zarar gören gerçek ve tüzel kişiler ile malen sorumlu olanlar, ilk derece mahkemesindeki kovuşturma evresinin her aşamasında hüküm verilinceye kadar şikâyetçi olduklarını bildirerek kamu davasına katılabilirler” hükmü ile kamu davasına katılma hak ve yetkisi bulunanlar üç grup halinde belirtilmiştir. Bu düzenleme, 1412 sayılı CMUK'nın 365. maddesindeki; “Suçtan zarar gören herkes, soruşturmanın her aşamasında kamu davasına müdahale yolu ile katılabilir” hükmü ile benzerlik göstermekte ise de yeni hükme, önceki kanunda yer almayan malen sorumlu ve dar anlamda suçtan zarar göreni ifade eden mağdur da eklenmek suretiyle, madde; öğreti ve uygulamadaki görüşlere uygun olarak, katılma hak ve yetkisi bulunduğu kabul edilenleri kapsayacak şekilde düzenlenmiştir. Mağdur, suçtan zarar gören gerçek ve tüzel kişiler ile malen sorumlu olanların kanunun kendilerine tanıdığı hak ve yetkileri haiz olarak davada yer almasına öğreti ve uygulamada “davaya katılma” veya “müdahale” denilmekte, davaya katılma talebinin kabul edilmesi hâlinde ise davaya katılma isteminde bulunan kişi “katılan” ya da “müdahil” sıfatını almaktadır. Gerek 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nda, gerekse 1412 sayılı Ceza Muhakemesi Usulü Kanunu’nda kamu davasına katılma konusunda suç bakımından bir sınırlama getirilmemiş, ilke olarak şartların varlığı halinde tüm suçlar yönünden kamu davasına katılma kabul edilmiştir. Öğreti ve uygulamada kamu davasına katılma yetkisi bulunan kişinin “suçtan zarar görmesi” şartı aranmış, ancak kanunda “suçtan zarar gören” ve “mağdur” kavramlarının tanımı yapılmadığı gibi, zararın maddi ya da manevi olduğu hususu bir ayrıma tâbi tutulmamış ve sınırlandırılmamıştır. Bu nedenle konuya açıklık kazandırılırken öğretideki görüşlerden de yararlanılarak, maddede katılma yetkisi kabul edilen, “mağdur”, “suçtan zarar gören” ve “malen sorumlu olan” kavramlarının, kamu davasına katılma hususundaki uygulamaya ışık tutacak biçimde tanımlanması gerekmektedir. Malen sorumlu; yargılama konusu işin hükme bağlanması ve bunun kesinleşmesinden sonra, maddî ve malî sorumluluk taşıyarak hükmün sonuçlarından etkilenecek veya bunlara katlanacak kişidir. Mağdur; Türk Dil Kurumu Büyük Türkçe Sözlüğünde, “haksızlığa uğramış kişi” olarak tanımlanmaktadır. Ceza hukukunda ise mağdur kavramı, suçun konusunun ait olduğu kişi ya da kişilerdir. 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun hazırlanmasında esas alınan suç teorisinde suçun maddi unsurları arasında yer alan mağdur, ancak gerçek bir kişi olabilecek, tüzel kişilerin suçtan zarar görmeleri mümkün ise de, bunlar mağdur olamayacaklardır. Suçtan zarar gören ile mağdur kavramları da aynı şeyi ifade etmemektedir. Mağdur suçun işlenmesiyle her zaman zarar görmekte ise de, suçtan zarar gören kişi her zaman suçun mağduru olmayabilir. Bazı suçlarda mağdur belli bir kişi olmayıp; toplumu oluşturan herkes (geniş anlamda mağdur) olabilecektir. (M. Emin Artuk-Ahmet Gökcen–M. Emin Alşahin–Kerim Çakır, Ceza Hukuku Genel Hükümler, 11. Bası, Adalet Yayınevi, Ankara, 2017, s.305; İzzet Özgenç, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, 11. Bası, Seçkin Yayıncılık, Ankara, 2015, s.214-217; Mahmut Koca-İlhan Üzülmez, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, 8. Bası, Seçkin Yayıncılık, Ankara, 2015, s.106-107; Osman Yaşar-Hasan Tahsin Gökcan-Mustafa Artuç, Türk Ceza Kanunu, 6. cilt, Ankara, 2010, s.7702-7703) “Suçtan zarar görme” kavramı gerek Ceza Genel Kurulu, gerekse Özel Dairelerin yerleşmiş kararlarında; “suçtan doğrudan doğruya zarar görmüş bulunma hali” olarak anlaşılıp uygulanmış, buna bağlı olarak da dolaylı veya muhtemel zararların, davaya katılma hakkı vermeyeceği kabul edilmiştir. Nitekim bu husus, Ceza Genel Kurulunun 08.11.2016 gün ve 830-412, 03.05.2011 gün ve 155–80, 04.07.2006 gün ve 127–180, 22.10.2002 gün ve 234–366 ile 11.04.2000 gün ve 65–69 sayılı kararlarında; “dolaylı veya muhtemel zarar, davaya katılma hakkı vermez” şeklinde açıkça ifade edilmiştir. Uyuşmazlık konusuna ilişkin olarak, bir tüzel kişinin kamu davasına katılabilmesi için CMK’nın davaya katılmayı düzenleyen genel kural niteliğindeki 237. maddesinde belirtilen şartın gerçekleşmesi, başka bir deyişle suçtan doğrudan zarar görmüş olması veya herhangi bir kanunda, belirli bir tüzel kişinin bazı suçlardan açılan kamu davalarına katılmasını özel olarak düzenleyen bir hükmün bulunması gerekir. Örneğin 5607 sayılı Kaçakçılıkla Mücadele Kanunu’nun davaya katılmayı düzenleyen 18. maddesi uyarınca Gümrük İdaresinin, 3628 sayılı Mal Bildiriminde Bulunulması Rüşvet ve Yolsuzluklarla Mücadele Kanunu’nun 18. maddesi uyarınca Maliye Bakanlığının, 5411 sayılı Bankacılık Kanunu’nun 162. maddesi uyarınca Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu ile Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonunun usulüne uygun başvuruda bulunmaları halinde kamu davasına katılacakları açıkça hükme bağlanmıştır. Özel kanun hükümleri uyarınca davaya katılmanın kabul edildiği bu gibi durumlarda, belirtilen kurumların suçtan zarar görüp görmediklerini ayrıca araştırmaya gerek bulunmamaktadır. Ceza Genel Kurulunun 22.10.2002 gün 234-366; 03.05.2011 gün ve 155-80 ile 21.02.2012 gün 279–55 ve 15.04.2014 gün 599-190 sayılı daha sonraki bir çok kararlarında da aynı sonuca ulaşılmıştır. Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde; Sanığa atılı 5015 sayılı Kanun’un Ek 5/1. maddesinde düzenlenen suç bakımından Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu'nun davaya katılma hakkı olduğuna ilişkin, anılan Kanun’un suç tarihi itibarıyla yürürlükte bulunan 13. maddesinin dördüncü fıkrasında özel hüküm bulunmaktadır. Anılan suçtan doğrudan zarar görmeyen ve kamu davalarına katılmasını özel olarak düzenleyen bir hükmün de bulunmaması nedeniyle bu suçu takip etme görevi bulunmayan Van Gümrük Müdürlüğünün kamu davasına katılma yetkisi olmadığı gibi Yerel Mahkemece verilen katılma kararı hukuki değerden yoksun olup hükmü temyiz etme hakkı vermeyecektir. Bu itibarla, Van Gümrük Müdürlüğü adına vekilinin yapmış olduğu temyiz isteğinin reddine karar verilmelidir. 2-Sanık ...’a atılı 5015 sayılı Kanun’a muhalefet suçunun sabit olup olmadığı; 5015 sayılı Petrol Piyasası Kanunu’nun Ek 5/1. maddesinde bulunan; "Kaçak petrolü satışa arz eden, satan, bulunduran, bu özelliğini bilerek ticari amaçla satın alan, taşıyan veya saklayan kişi, iki yıldan beş yıla kadar hapis cezası ve yirmibin güne kadar adlî para cezası ile cezalandırılır. Kaçak petrolün ve kaçakçılıkta kullanılan suç araç ve gereçlerinin müsaderesine de hükmolunur." şeklindeki düzenleme 11.04.2013 tarihinde yürürlüğe giren 6455 sayılı Kanun’un 47. maddesiyle yürürlükten kaldırılmış ancak maddede tanımlanan fiil suç olmaktan çıkarılmayarak aynı Kanun'un 54. maddesiyle 5607 sayılı Kaçakçılıkla Mücadele Kanunu’nun 3. maddesinin; "Akredite laboratuvar analiz sonucuna göre Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu tarafından belirlenen seviyede ulusal marker içermeyen, yasal yollarla Türkiye’de serbest dolaşıma girdiği belgelendirilemeyen veya menşei belli olmayan akaryakıtı; üreten, satışa arz eden, satan, bulunduran, bu özelliğini bilerek ticarî amaçla satın alan, taşıyan veya saklayan kişi, iki yıldan beş yıla kadar hapis ve yirmi bin güne kadar adlî para cezası ile cezalandırılır" şeklindeki 11. fıkrasına aktarılmış, 28.06.2014 tarihinde yürürlüğe giren 6545 sayılı Kanun’un 89. maddesiyle de söz konusu fıkra; “Ulusal marker uygulamasına tabi olup da, Enerji Piyasası Düzenleme Kurumunun belirlediği seviyenin altında ulusal marker içeren veya hiç içermeyen akaryakıtı; a) Ticari amaçla üreten, bulunduran veya nakleden, b) Satışa arz eden veya satan, c) Bu özelliğini bilerek ve ticari amaçla satın alan, kişi iki yıldan beş yıla kadar hapis ve yirmi bin güne kadar adli para cezası ile cezalandırılır. Ancak, marker içermeyen veya seviyesi geçersiz olan akaryakıtın kaçak olarak yurda sokulduğunun anlaşılması hâlinde, onuncu fıkra hükmüne istinaden cezaya hükmolunur” biçiminde değiştirilmiştir. 6455 sayılı Kanun’la 5015 sayılı Kanun’da yer alan kaçakçılık fiilleri 5607 sayılı Kanun’a aktarıldığından, 5015 sayılı Kanun’un 2/21. maddesinde yer alan; "a) Kurumca belirlenen seviyede ulusal marker içermeyen akaryakıtı, b) Yasal yollarla Türkiye'de serbest dolaşıma girdiği belgelendirilemeyen veya menşei belli olmayan petrolü ve petrol ürünlerini, c) Kurumdan izin alınmadan; akaryakıt haricinde kalan solvent, madenî ve baz yağ, asfalt, solvent nafta ve benzeri petrol ürünlerinden elde edilen akaryakıtı ya da akaryakıta dönüştürmek maksadıyla kullanılan veya bulundurulan akaryakıt haricinde kalan solvent, madenî ve baz yağ, asfalt, solvent nafta ve benzeri petrol ürünlerini, d) 10/7/2003 tarihli ve 4926 sayılı Kaçakçılıkla Mücadele Kanununa göre kaçak olan petrolü ve petrol ürünlerini, e) Sıvı veya gaz halindeki hidrokarbonlarla, hidrokarbon türevi olan yakıtları nakleden boru hatlarından (her türlü üretim, iletim ve dağıtım hatları dahil) veya bunların depolarından veya kuyulardan yasalara aykırı şekilde alınan petrolü ve petrol ürünlerini, ...İfade eder" şeklindeki "kaçak petrol" tanımı, 6455 sayılı Kanun’un 35. maddesiyle, "Kaçak akaryakıt: 21/3/2007 tarihli ve 5607 sayılı Kaçakçılıkla Mücadele Kanunu hükümleri uyarınca kaçak olarak kabul edilen akaryakıtı...ifade eder” biçimine dönüştürülmüştür. 5015 sayılı Petrol Piyasası Kanunu ve 5607 sayılı Kaçakçılıkla Mücadele Kanunu’nda hiç ya da yeterli seviyede ulusal marker içermeyen akaryakıtın bu özelliği bilinerek satın alınmasının suç teşkil edebilmesi için failin ticari amaçla satın almış olması şartı aranmış ancak "ticari amaçla satın alma" kavramından ne anlaşılması gerektiği hususunda bir tanımlamaya yer verilmemiştir. Ticari amaç birçok kaçakçılık suçunda aranan bir manevi unsur olup öğretide bu konuda; "Ticari amaç maddi menfaat elde etmek amacıdır. Ticaret maddi kazanç için yapılan faaliyettir. Failin amacı kazanç dışında amaç ise maddi unsuru eksik kalacaktır." (Erdener Yurtcan, Yeni Kaçakçılıkla Mücadele Kanunu Şerhi, Beta Yayınları, İstanbul, 2007, s.21); "Bu suç düzenlemesinde kast, özel kasttır. Bu nedenle, bu suç düzenlemesi ancak özel kastla işlenebilir. Bu özel kast, faildeki ticari amacı ifade eder. Fail, suç teşkil eden seçimlik hareketleri, ticari amaçla (saikle) işlemesi gerekir. Eğer, failde ticari amaç bulunmuyorsa, bu suç oluşmayacaktır. Bu nedenle, bu seçimlik hareketin kişisel kullanımlar için yapılması bu suçu oluşturmayacaktır." (Mustafa Özen, 5607 sayılı Kaçakçılık Kanununda Düzenlenen Suçlar, Adalet Yayınevi, 1.Bası, Ankara, 2015, s.98); "Yurda kaçak olarak sokulmamış ancak yeterli veya hiç marker içermeyen akaryakıtın, ticari amaçla üretilmesi, bulundurulması, nakledilmesi satışa arz edilmesi, satılması ve markersiz olma özelliği bilinerek ticari amaçla satın alma hareketlerinin fail tarafında bilerek ve istenerek yapılması halinde manevi unsur gerçekleşmiş olacaktır. Ticari amaç gözetmeden kendi ihtiyacı için akaryakıt üreten, nakleden, bulunduran veya satın alan kişinin bu fiillerinde kasten hareket ettiği kabul edilemez. Bir olayda manevi unsurun gerçekleşip gerçekleşmediği, somut olayın tüm özellikleri, ele geçen eşyanın miktar ve değeri ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunun, ceza sorumluluğunun şahsiliğini, kastı, taksiri, ceza sorumluluğunu kaldıran veya azaltan nedenleri düzenleyen 20–34. madde hükümleri birlikte değerlendirilerek belirlenmelidir." (Seyfettin Çilesiz, İçtihatlı Kaçakçılıkla Mücadele Kanunu Açıklaması, 5. Bası, Adalet Yayınevi, Ankara, 2018, s. 376-377); "Ticari amaç olması için, belli bir uğraşın sonunda maddi bir menfaat gereklidir. Kazanç dışında başka bir amaç varsa belirtilen suç oluşmayacaktır. Örneğin, fail acıyarak yardım etmek veya korumak amacıyla belirtilen fiilleri işlerse bu takdirde koşulları çerçevesinde iştirak iradesi araştırılacaktır. Kişisel kullanım veya tüketim çerçevesinde yapılanlar suç kapsamında değerlendirilmemektedir." (Dilara Şahin, 5607 Sayılı Kaçakçılıkla Mücadele Kanunundaki İthalat Kaçakçılığı Suçları ve Kabahatler, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul, 2011, s.68); "Kendisinin kişisel kullanım ve tüketimi için kaçak eşyanın satın alınması, saklanması, taşınması hareketleri kasten işlense dahi bu suç oluşmayacaktır" (Selçuk Bütün, 5607 Sayılı Kaçakçılıkla Mücadele Kanunu Kapsamında Gümrük Kaçakçılığı Suçları, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Kocaeli Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kocaeli, 2008, s.70) şeklinde görüşler ileri sürülmüştür. Gerek 5015 gerekse 5607 sayılı Kanun’larla korunmak istenen amaçlardan biri de ticari hayatta haksız kazanca bağlı rekabet dengesini bozabilecek unsurların ortadan kaldırılmasıdır. Nitekim, 5015 sayılı Kanun’un “Amaç ve kapsam” başlıklı 1. maddesinde bu husus "Bu Kanunun amacı; yurt içi ve yurt dışı kaynaklardan temin olunan petrolün doğrudan veya işlenerek güvenli ve ekonomik olarak rekabet ortamı içerisinde kullanıcılara sunumuna ilişkin piyasa faaliyetlerinin şeffaf, eşitlikçi ve istikrarlı biçimde sürdürülmesi için yönlendirme, gözetim ve denetim faaliyetlerinin düzenlenmesini sağlamaktır." şeklinde ifade edilmiştir. Bu nedenle kanun koyucu bazı kaçakçılık fiillerinde belirtilen hukuki değer bakımından doğrudan zarar doğurucu nitelikte bulunmayan ticari amaç dışı hareketleri suç kapsamı dışında tutmayı tercih etmiştir. Ticari kelimesinin sözcük anlamı “ticaretle ilgili, ticarete ilişkin”dir. Ticaret ise "ürün, mal vb. alım satımı, kazanç amacıyla yürütülen alım satım etkinliği, bu etkinlikle ilgili bilim, alışveriş sonucu elde edilen, yararlanılan fiyat farkı, kâr" anlamlarına gelmektedir. (Türkçe Sözlük, Türk Dil Kurumu Yayınları, 11. Bası, Ankara, 2011, s.2354-2355). Bu bakımdan "ticari amaç"ın kazanç elde etmek amacı olarak tanımlanması mümkündür. Ticari amaç çoğunlukla bir ticari işletmeyi, kısmen de olsa, kendi adına işleten "tacir"ler tarafından güdülen bir amaçtır. Ancak ticari amacın, "tacir" sıfatıyla mutlak bir bağlantısı bulunmamaktadır. Zira tacir sıfatını taşıyan gerçek kişilerin tüm eylem ve işlemleri ticari değildir. Aynı şekilde tacir olmayan kişilerin de ticari maksatla hareket etmesi mümkündür. Ticari amaç, kazanç elde etmek için satmak amacıyla almakla da sınırlı değildir. Kişinin kendi şahsi ihtiyaçları dışında belirli bir meslek veya ticari faaliyetin icrası kapsamında maliyet unsuru olarak yahut alacak-borç ilişkilerinde kullanmak üzere yaptığı alımların da ticari amaçla yapıldığı kabul edilmelidir. Tüm bu nedenlerle failin ticari amaçla hareket edip etmediği, ekonomik ve sosyal durumu, suça konu eşyanın cinsi, nevi, kullanım yeri, zamanı, miktarı, değeri, bulundurma ve ele geçiriliş biçimi gibi hususlar gözetilerek her olayın özelliğine göre değerlendirilip belirlenmelidir. Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde; Olay yeri ile ulusal marker tespit tutanakları, TÜBİTAK MAM muayene raporu, bilirkişi raporu, keşifte dinlenilen bilirkişi beyanı ve tüm dosya içeriğinden; 07.09.2010 tarihinde kolluk görevlilerince Ilıcak Köyü, ....t Mezrası, Bavis Köprüsü mevkisinde icra edilen önleyici hizmet devriyesi esnasında saat 18.30 sıralarında, sanık ... tarafından sevk ve idare edilen 65 .. ... plaka sayılı kamyonetin, köprüye 200 metre kala durup 5 dakika kadar bekledikten sonra yola devam etmesi üzerine şüphelenilerek köprü üzerinde durdurulduğu, sanık ...'ın da içinde bulunduğu ve sahibi olduğu araçta 40 adet bidon içinde toplam 2.400 litre kaçak akaryakıtın ele geçirildiği anlaşılan olayda; Sanık ...'ın kaçak akaryakıtı dayısı sanık ...'a ait araca yükledikten sonra Bavis Köprüsüne geldiğini, köprü üzerinde bekleyen sanık ...'ı araca aldığını, sanık ...'ın ise minibüsten köprüde inip yeğeni sanık ...'ı beklemeye başladığını, 10-15 dakika sonra gelen sanık ...'ın sevk ve idaresindeki araca bindiğini kollukta beyan etmeleri, Sanık ...'ın, 06.04.2011 tarihli duruşmada suçta kullanılan nakil aracını sanık ...'a haricen sattığı yönündeki ifadesinden önce 08.11.2010 ve sonra 18.07.2011 tarihli dilekçelerinde aracın kendisine ait olduğunu belirterek iadesini talep etmesi, aracın teminat karşılığında bu sanık tarafından teslim alınması, sanık ...'ın duruşmada suç tarihinden önce 6.000 TL'ye sanık ...'dan satın aldığını belirttiği nakil aracının bilirkişi beyanına göre suç tarihi itibarıyla piyasa değerinin 1.000 TL olması nazara alındığında, kolluk görevlilerince köprüye 200 metre kala 5 dakika durakladıktan sonra yola devam ettiği izlenen ve köprü üzerinde durdurulan araca binen birinin olduğuna dair bir tespitin bulunmaması, ele geçen kaçak akaryakıtın miktarı, sanıkların birlikte yakalanmaları, nakil aracının sanık ...'a ait olması karşısında; sanık ...'ın suçta kullanılan nakil aracını sanık ...'a sattığı ve bu araca tesadüfen bindiği yönündeki savunmasına, sanık ...'ın ise kaçak akaryakıtı ve kovuşturma aşamasında nakil aracını sahiplenerek sanık ...'ı suçtan kurtarmaya yönelik anlatımlarına itibar edilemeyeceği cihetle, sanık ...'a atılı suçun sübut bulduğu kabul edilmelidir. Bu itibarla, Yerel Mahkeme hükmündeki direnme gerekçesinin isabetli olduğuna ve dosyanın, uygulamanın denetlenmesi amacıyla Özel Daireye gönderilmesine karar verilmelidir. 3-Sanık ...’ın temyiz dilekçesi içeriğine göre incelemenin Özel Dairece mi yoksa Ceza Genel Kurulunca mı yapılması gerektiğinin değerlendirilmesine gelince; Sanıklar ... ve ... hakkında açılan kamu davasında yapılan yargılama sonucunda, Başkale (Kapatılan) 2. Asliye Ceza Mahkemesince; sanıkların hazır bulunduğu duruşmada, 5015 sayılı Kanun'a muhalefet suçundan mahkûmiyetlerine dair hüküm tesis ve tefhim edilmiştir. Hükmün sanık ... tarafından temyiz edilmesi üzerine bu sanık bakımından dosyayı inceleyen Yargıtay 7. Ceza Dairesince; sanık ...’ın beraati yerine mahkûmiyetine karar verilmesi isabetsizliğinden hükmün bozulmasına oy çokluğuyla karar verilmiştir. Her ne kadar direnmeye konu hükmün karar başlığında sanık ...'ın ismi yazılmış ise de bu sanık hakkında hüküm kurmayan Yerel Mahkeme sanık ... hakkındaki ilk hükmünde direnmiştir. Direnmeye konu hükmün sanık ...'a da tebliğ edilmesinden sonra 14.08.2014 havale tarihli dilekçesi ile sanık tarafından temyiz isteğinde bulunulmuştur. Özel Dairece; mahkemenin ilk hükmünün sanık ... tarafından temyiz edilmeksizin kesinleştiği, Dairenin 07.10.2013 tarihli bozma kararının ise diğer sanık ...’a yönelik olduğu, sanık ... hakkında temyize konu bir karar olmadığı belirtilerek, bu sanığın temyiz isteği hakkında inceleme yapılmasına yer olmadığına karar verilmiştir. Sanık ...’ın 14.08.2014 havale tarihli temyiz dilekçesi incelendiğinde; dilekçenin “Dosya No” ve “Konu” kısımlarında Yerel Mahkemenin direnme kararına konu hükmünün tarihi ile esas ve karar sayılarının yazılarak bu hükmün, “Temyiz Nedenleri” kısmında ise usul ve yasaya aykırı olduğu belirtilerek tarafına verilen cezanın bozulmasının talep edildiği anlaşılmaktadır. Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde; Sanık ... 14.08.2014 havale tarihli temyiz dilekçesinde; Yerel Mahkemenin “29.05.2014 tarihli ve 2013/220 Es-2014/254 Kr” sayılı kararının temyizen bozulması talebinde bulunmuş ise de anılan kararda sanık hakkında hüküm kurulmamış olması ve dilekçede açıkça tarafına verilen cezanın bozulmasını istemesi karşısında, sanığın Yerel Mahkemenin direnme kararına konu hükmünü değil kendi hakkında kurulan 06.04.2011 tarihli hükmünü temyiz ettiği kabul edilmelidir. Bu nedenle, bu dilekçenin içeriğine göre Ceza Genel Kurulunca inceleme yapılması mümkün olmayıp sanık ...’ın mahkûmiyetine ilişkin 06.04.2011 tarihli ve 376-119 sayılı hükme yönelik inceleme yapılması için dosyanın önce tebliğname düzenlenmek, bilahare ilgili Daireye gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına tevdi edilmesine karar verilmelidir. SONUÇ: Açıklanan nedenlerle; 1- 5015 sayılı Petrol Piyasası Kanunu'na muhalefet suçundan doğrudan zarar görmeyen ve kamu davalarına katılmasını özel olarak düzenleyen bir hükmün de bulunmaması nedeniyle bu suçu takip etme görevi bulunmayan şikâyetçi Van Gümrük Müdürlüğü adına vekilinin yapmış olduğu temyiz isteğinin 1412 sayılı CMUK'nın 5320 sayılı Kanun'un 8. maddesi uyarınca karar tarihi itibarıyla uygulanması gereken 317. maddesi gereğince REDDİNE, 2- Başkale (Kapatılan) 2. Asliye Ceza Mahkemesinin 29.05.2014 tarihli ve 220-254 sayılı hükmündeki sanık ... hakkındaki direnme gerekçesinin İSABETLİ OLDUĞUNA, 3- Dosyanın, sanık ... hakkındaki uygulamanın denetlenmesi ve sanık ...'ın mahkûmiyetine ilişkin 06.04.2011 tarihli ve 376-119 sayılı hükme yönelik temyiz incelemesi yapılması için önce tebliğname düzenlenmek, bilahare Yargıtay 7. Ceza Dairesine gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİ EDİLMESİNE, 22.01.2019 tarihinde yapılan müzakerede her üç uyuşmazlık yönünden oy birliğiyle karar verildi.
- STAJ ÜCRETİ ALINABİLİR Mİ? ŞARTLARI NELERDİR?
3308 Sayılı Mesleki Eğitim Kanununa göre Lise ve Üniversitelerde mesleki ve teknik eğitim gören stajyerler yaptıkları staj karşılığında ücret alma hakkına sahiptir. 3308 sayılı Mesleki Eğitim Kanunu'nun “Ücret ve Sosyal Güvenlik” başlıklı 25. maddesinde “Aday çırak, çırak ve işletmelerde meslek eğitimi gören öğrencilere ödenecek ücret ve bu ücretlerdeki artışlar; aday çırak veya çırağın velisi veya vasisi veya kişi reşit ise kendisi; öğrenciler için okul müdürlüğü ile iş yeri sahibi arasında Bakanlıkça belirlenen esaslara göre düzenlenecek sözleşme ile tespit edilir. (Değişik son cümle: 13/2/2011-6111/64 md.) Ancak, işletmelerde meslek eğitimi gören örgün eğitim öğrencilerine, asgari ücretin net tutarının yirmi ve üzerinde personel çalıştıran iş yerlerinde yüzde 30’undan, yirmiden az personel çalıştıran iş yerlerinde yüzde 15’inden, aday çırak ve çırağa yaşına uygun asgari ücretin yüzde 30’undan aşağı ücret ödenemez.” şeklinde olduğu, yine aynı Kanun'un “Mesleki eğitime katılma payı” başlıklı 24. maddesinin son bendinde “....Bu sayının tespitinde görev ve çalışma statüsüne bakılmaksızın iş yerinde 1475 sayılı İş Kanununa tabi olarak çalıştırılan personel sayısı dikkate alınır.” denilmektedir. Bir stajyerin ücret hakkına sahip olabilmesi için, Mesleki ve teknik eğitim görmesi, Stajını okul dışında bir işletmede yapması, gerekmektedir. Bir Okulun Mesleki ve Teknik Eğitim verip vermediğinin tespiti kolay olsa da Yüksek Öğretim Kurumu Mesleki ve Teknik Öğretim yapan bölümleri görüş yazıları açıklamaktadır. Mahkemeler ve Yargıtay ücret alacak hakkını ileri süren stajyerin alacak hakkına sahip olup olmadığını Yüksek Öğretim Kurumunun görüş yazılarına atıf yaparak tespit etmektedir . Aşağıda paylaşılan Yargıtay Kararında Beden Eğitimi ve Spor Yüksek okulunda Beden Eğitimi ve Spor Öğretmenliği Bölümünde eğitim gören ve staj yapan bir öğrenci yapmış olduğu stajlar karşılığında ücret alacak hakkının bulunduğunu ileri sürerek dava açmıştır.Yargıtay Yüksek öğretim Kurulu Başkanlığının 7431 sayılı yazısında Mesleki ve Teknik eğitim yapan bölümleri belirttiğini Beden Eğitimi ve Spor Öğretmenliği bölümünün bu görüş yazısında bulunmadığını, Beden Eğitimi ve Spor Öğretmenliği bölümünün Mesleki ve Teknik eğitim yapan bir bölüm olmaması sebebiyle davanın reddedilmesi gerektiğini belirterek kararı bozmuştur. Yargıtay 4. Hukuk Dairesi 2018/4202 E. , 2018/7528 K. "İçtihat Metni"MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi Davacı ... vekili Avukat ... tarafından, davalı Milli Eğitim Bakanlığı aleyhine 28/06/2016 gününde adli yardım talepli olarak verilen dilekçe ile staj ücreti alacağı istenmesi üzerine mahkemece adli yardım talebi kabul edilerek yapılan yargılama sonunda; davanın kabulüne dair verilen 28/03/2017 günlü kararın Yargıtayca incelenmesi Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca kanun yararına bozma yoluyla istenilmekle temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra tetkik hakimi tarafından hazırlanan rapor ile dosya içerisindeki kağıtlar incelenerek gereği görüşüldü. Dava, staj ücret alacağı istemine ilişkindir. Mahkemece, davanın kabulüne kesin olarak karar verilmiştir.Davacı, ... Üniversitesi Beden Eğitimi ve Spor Yüksekokulunda Beden Eğitimi ve Spor Öğretmenliği Bölümünde öğrenciyken, Ağrı’daki çeşitli okullarda zorunlu staj yaptığını, Yükseköğretim Kurulu’nun 7431 ve 5886 sayılı Mesleki Teknik Eğitim Yapan Programlar konulu yazısı ile staj ücret alacak olan programların belirtildiğini, bu yazı ile tüm önlisans ve mesleki ve teknik eğitim yapan lisans programının staj ücreti almaya hak kazandığını ancak staj ücretinin ödenmediğini belirterek staj ücret alacağının tahsilini istemiştir. Davalı, davanın reddi gerektiğini savunmuştur. Mahkemece, alınan bilirkişi raporu doğrultusunda davanın kabulüne kesin olarak karar verilmiştir. Adalet Bakanlığının talebi üzerine, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, kararın kanun yararına bozulmasını istemiştir. 3308 sayılı Mesleki Eğitim Kanunu’nun 3. maddesinin j bendi, 6111 sayılı Kanun’un 61. maddesiyle 13.02.2011 tarihinde “Mesleki ve Teknik Eğitim Okul ve Kurumları, mesleki ve teknik eğitim alanında, diplomaya götüren orta öğretim kurumları ve mesleki ve teknik eğitim yapan yükseköğretim kurumları ile belge ve sertifika programlarının uygulandığı her tür ve derecedeki örgün ve yaygın eğitim - öğretim kurumlarını ifade eder.” şeklinde değiştirilmiştir. Aynı Kanunun “Ücret ve Sosyal Güvenlik” başlıklı 25. maddesinde ise “Aday çırak, çırak ve işletmelerde meslek eğitimi gören öğrencilere ödenecek ücret ve bu ücretlerdeki artışlar; aday çırak veya çırağın velisi veya vasisi veya kişi reşit ise kendisi; öğrenciler için okul müdürlüğü ile iş yeri sahibi arasında Bakanlıkça belirlenen esaslara göre düzenlenecek sözleşme ile tespit edilir. (Değişik son cümle: 13/2/2011-6111/64 md.) Ancak, işletmelerde meslek eğitimi gören örgün eğitim öğrencilerine, asgari ücretin net tutarının, yirmi ve üzerinde personel çalıştıran iş yerlerinde yüzde 30’undan, yirmiden az personel çalıştıran iş yerlerinde yüzde 15’inden, aday çırak ve çırağa yaşına uygun asgari ücretin yüzde 30’undan aşağı ücret ödenemez.” denilmektedir. Dosya kapsamından, Yükseköğretim Kurulu Başkanlığının 7431 sayılı yazısında 6111 sayılı Kanun’un 61. maddesi ile mesleki ve teknik eğitim yapan yükseköğretim kurumlarının da 3308 sayılı Kanun’a tabi olduğu, ücret ödenmesi gereken mesleki ve teknik eğitim programlarının Üniversitelerarası Kurul Başkanlığından alınan görüş de dikkate alınarak oluşturulan liste ile belirlendiği, davacının eğitim aldığı beden eğitimi ve spor öğretmenliği bölümünün listede yer almadığı anlaşılmaktadır. Şu durumda mahkemece, davacının eğitim aldığı programın staj ücreti ödenen programlar kapsamında bulunmadığı gözetilerek karar verilmesi gerekirken, yanılgılı şekilde davanın kabulüne karar verilmiş olması usul ve yasaya uygun düşmediğinden, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı'nın kanun yararına temyiz isteminin kabulüne karar verilerek kararın bozulması gerekmiştir. SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının kanun yararına temyiz isteminin kabulü ile sonuca etkili olmamak üzere yerel mahkeme kararının kanun yararına BOZULMASINA; gereği yapılmak üzere kararın bir örneği ile dosyanın Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine 03/12/2018 gününde oy birliğiyle karar verildi. Her ne kadar 3308 sayılı Mesleki Eğitim Kanunu'nun “Ücret ve Sosyal Güvenlik” başlıklı 25. maddesinde “Aday çırak, çırak ve işletmelerde meslek eğitimi gören öğrencilere ödenecek ücret ve bu ücretlerdeki artışlar; aday çırak veya çırağın velisi veya vasisi veya kişi reşit ise kendisi; öğrenciler için okul müdürlüğü ile iş yeri sahibi arasında Bakanlıkça belirlenen esaslara göre düzenlenecek sözleşme ile tespit edilir.'' Hükmü bulunsa da yazılı bir sözleşmenin bulunması zorunlu bir unsur değildir. Yazılı bir sözleşmenin bulunmadığı durumlarda sözlü bir sözleşmenin varlığı kabul edilmelidir. Stajyerler staja başlayıp yükümlülüklerini yerine getirerek hizmet vermektedir.Staj yapılan işletme ise bu hizmeti kabul etmekte, stajın yapılmasına hizmeti kabul etmek suretiyle onay vermektedir.